Doğa Hakları Mahkemesi ya da “Kalkınma’dan
Kurdun Kuşun Hakkı’nı Sormak”
“Kurdun
Kuşun hakkı” derler büyüklerimiz; mahallenin kedisinin, köpeğinin hakkı,
cevizin, kirazın hakkı, toprağın, denizin, ırmağın, esen yelin, havanın,
yerlerin ve göklerin hakkı. Klasik medeni hukuk paradigması hukukun öznesi
olarak kişiliği 18 yaşını doldurmuş dönemin akıl anlayışına göre akil kabul
edilen insanoğlu ile sınırlıyor. Buna da şükür. Kadim Yunan’dan modern
zamanlara vatandaşlık için yani hukuk önünde özne olabilmek için öngörülen
sınırlar yakın zamana kadar etnik kimlikten, renkten, cinsiyetten, mülkiyetten
geçiyordu. 21. Yüzyıl hak kavramı ulus devletin, ulusal vatandaşlığın
sınırlarını aşarak genişletecek bir zaman gibi duruyor. Atıklarla zehirlenen
nehirler, denizler, tahrip olan ormanlar, yok olan türler, kaybolan halklar,
diller, kültürler de artık haklarını arayacağı bir hukuk ve önünde adalet
isteyeceği bir mahkeme talep ediyor. Eskilerin tabiri ile mahkeme-i kübra
yeryüzünde kurulmaya başlanmış bile. Kısık seslerin, ağızsız dilsizlerin acısı,
inlemesi kendine yeryüzünde ilticagah bulmak istiyor.
Tüm
bunlar bize hiç yabancı değil. Bir siyasi otoritenin meşruiyeti kapsayıcı olması
ile herkes için, herkesi içine alarak, kimseyi dışarda bırakmayarak mümkün.
Topkapı sarayı girişinde nakşedilmiş “tüm mazlumların ilticagahı” lafzını böyle
anlamalı. Hz. Ömer efendimiz gibi; “fırat kenarında kaybolan oğlak’tan kendini
mesul gören” tüm yeryüzünün sorumluluğunu omuzlarında hisseden bir adalet ve
siyaset aklı.
Doğa
Hakları Mahkemesi çağdaş bir girişim. Meksika Körfezinin, Yasuni Ulusal
Parkının, Sıradağların, Mercan Kayalıkların da davacı olabileceği, hakkını
arayabileceği bir mahkeme. Artık insan merkezli bir hukuk anlayışı aşılıyor “yabani
hukuk” diye isimlendirilen ve tüm canlıların hakkını ve mahkeme önünde hesap
sormasını içeren bir hukuk yaratılıyor. Küresel güç ilişkileri ile olan mesaisi,
hâkimlerin işten sonra kimlere randevu verdiği konusunda hiç bir fikrim yok.
Ama etkilenmemek elde değil. Aşağıda Ekvatorlu Hukukçu Ramiro Avila-Santamaria’nın
düşündüren ve hislendiren makalesinin tercümesi yer alıyor. Umarım faydalı
olur.
Doğa Hakları Mahkemesi
Zehirlenmiş
nehirler. Yeryüzünün hakkına girilmiş. Ölü Yunuslar. Hayvanlar acı çekiyor. Ormanlar
kötürüm. Tropikal ormanlar tahrip edilmiş. Hava kirletilmiş. Mercan kayalıkları
can çekişiyor. Kuşların türü tükeniyor. Okyanuslar göller ölüyor. Böcekler yok
oluyor. Memeliler ürüyemiyor. Genetiği değiştirilmiş tohumlar. Hayatta kalma
mücadelesi veren topluluklar. Yaşamı savunduğu için hayatı tehlikeye giren
insanlar.
Milyonlarca
canlı varlık acılarını dile getirecekleri bir merciden yoksun. Klasik mahkemeler
sadece insanların problemlerini çözmek için tasarlanmış. Yetersiz beslenme,
açlık, yoksulluk, zorunlu göç, barınma problemleri, savaşlar ve yalnızlıktan
acı çekenlerin dertlerini, ihtiyaçlarını sunabilecekleri bir ilticagahları yok.
Mülk edinip doğa üzerinde hakimiyet kuran küçük bir grup insanın mahkemeleri,
avukatları, hukukları, ve mülklerini korumak için politikaları var.
İnsanoğlu
yeryüzünün en duyarsız ve ölümcül türü. Altıncı tükenişi yaşıyoruz ve bunun
farkında bile değiliz. İnsanoğlunun ve onun teknolojilerinin getirdiği
değişiklikler öylesine hızlı ki diğer türler ve doğa bu hıza ayak uyduramıyor. Bu
tükenişte insanoğlu hem fail hem de mağdur. Yine de insan türünün neden olduğu
problemler konusunda sorumluluk alacak kapsayıcı bir kurumlaşma mevcut değil. Bu
boşluk göz önüne alındığında çevreciler ve entelektüellerin başı çektiği sosyal
hareketler sivil toplum içinde doğanın sesinin duyulabileceği etik bir alan
yaratabiliyor. Bu alan taleplerin duyulabildiği ve bir karşılık bulabildiği yer
Uluslararası Doğa Hakları Mahkemesi.
Mahkeme
İlk kez 2014 yılı Ocak ayında Ekvator Quito’da kuruldu. Mahkemede yer alanlar şunlardı:
Meksika Körfezi, Ekvator Yasuni Ulusal Parkı, Avusturalya Büyük Mercan
Kayalıkları, Ekvator Condor Sıradağları,
Amerika’da yarılan toprak altı ve doğa hakları savunucuları. Talepleri: Petrol
sızıntısına, pertol sömürüsüne, madenciliğe, yağmacı turizme, insan kaynaklı
iklim değişikliğine, genetikle oynamaya, aktivistlerin suçlu ilan edilmesine
hayır denmesi, bir son verilmesi. Dava dosyaları aktivistler ve sosyal
hareketler tarafından sunuldu ve mahkeme tarafından dinlendi. Diğer mahkemeler
ise Ekvator’da, ABD’de, Avusturalya’da, Peru ve Fransa’da sürdürüldü.
“Sayın başkan Yasuni Ulusal Parkının mahkeme önünde hazır
bulunmasını talep ediyorum. Dava ediyorum sayın savcı.”
Böylece
Yasuni Ulusal Parkı kendisini duyan, tanıyan
ve hisseden insanlar aracılığıyla bir sese kavuştu. İnsanlar ormanların,
ırmakların, yunusların, kurbağaların ve böceklerin yerine söz aldı ve yerli
halkların sesi duyuldu. Ormanların nemi, Hourani halkının ilahileri, jaguarın
acısı, kesilip devrilen ağacın hüznü, kirlenmenin dehşeti, petrol
rafinerilerindeki patlamalar, doğanın ekonomik sömürüsünün tüm sancısı, orman
yerlilerinin seslerini duyuramadıkları acziyeti, yapan el ve yıkan el
arasındaki çatışma ve gönüllü tutsaklık içinde yerli halkların ölümü tüm bu
sesler mahkeme salonunu tıkabasa doldurdu. Kimi ağladı, gözyaşlarına boğuldu,
kimi hıçkırdı derinden içini çekti, kimi inledi, bazısı hakkını aradı, hesap
sordu. Sözde kalkınma ve ilerleme biçimlerini sigaya çekti. Tüm kısık sesler
işitildi, bilimsel raporlar tartışıldı, fotoğraflar mahkemeye delil olarak
sunuldu. Böylece doğa az da olsa derdini anlatabildi. Hakimler düşündü,
taşındı, ince ince tarttı ve hükmünü verdi. En azından ahlaki olarak, doğanın
sesi duyuldu ve adalet yerini buldu.
Mahkeme
Ekvator hükümetinin zengin yağmur ormanlarının tam ortasında pertol çıkardığı
Yasuni Ulusal Parkı gibi davaları inceler. Kanıtları inceledikten sonra doğa
haklarının ihlal edildiğine karar verir, sorumluları tespit eder, Yeryüzü
Ananın Hakları Evrensel Deklarasyonu, Ekvator Anayasasının 70 ve 73. Maddeleri doğadan
gelen diğer haklar ve doğaya değer veren yeryüzü halklarının bilgisi uyarınca
zararı tazmin edecek, onaracak önlemlere hükmeder. Yeryüzü Ana ve onun koynunda
yaşayan tüm canlılar var olma, saygı görme, onun yaşam döngüsünü değiştirmeden
kendini idame ettirme kimliğini ve bütünlüğünü sürdürme ve bütüncül bir
yenilenme hakkına sahiptir.
Mahkeme
aktivistler, bilim adamları, politikacılar, saygın akademisyenlerden, doğa
haklarının ve onu korumak gereğinin ayırdında olan herkesten oluşan bir Teknik
Sekreterlik organına sahip. Mahkemeye başkanlık yapanlar arasında Vandana
Shiva, Boaventura de Sousa Santos, Alberto Acosta, Cormac Cullinan, George
Caffentzis, Anuradha Mittal, Brendan Mackey ve Tom Goldtooth var.
Mahkeme
insan türünün ve gezegenin devamı için çok gerekli olan bir adımı attı. Kısacası
hepimizin doğayla farklı bir ilişki kurma biçimine ihtiyacı var. İnsan
yeryüzünün ne tek ne de en iyi varlığı. Bizim üstünlük ve doğa üzerinde hakim
olmak vehmimiz binlerce türün yok oluşuna ve binlercesinin de yok oluş tehdidi
ile karşı karşıya kalmasına neden oluyor. Bizim doğayı bir nesne ve fiziksel
kaynak olarak görmekten onu bir özne olarak gören bir hukuk anlayışına geçmemiz
gerek. Klasik medeni hakların hilafına bu hak “yabani” haklar olarak
isimlendiriliyor. Bu yeni hukuk kavramı eş zamanlı olarak hem insanı hem de tüm
diğer yaşam gruplarına destek sağlayan yönetişim sistemleri yaratmak gibi yeni
bir anlayış ve amaç taşıyor. Bu “yabani” hukuk kalbimizde “yabansı-el
değmemiş-doğal” olanı, diğer varlıkları, doğru olanı yapma güdüsünü koruma
hakkını güçlendirecek. Yabani olanı, canlı topluluklarının kendi hayatlarını
idame ettirme özgürlüğünü koruyacak ve bu tek biçimliliği dayatmak yerine
farklılığın yaratıcılığında yankılanarak çoğalacaktır.

Yorumlar
Yorum Gönder