Pilates Topu (Öykü)
“Abi
balon değil bu bildiğin kamyon lastiği.” “Yok oğlum biliyorum ben bunları pilates topu
bu bizim kaçık teyze kızında var bir oda dolusu her renginden.”
Bu
seferki kırmızıydı. Balkondan aşağı hışımla düştükten sonra önce nazlı nazlı zıplayarak,
sonra kafası güzel adam yürüyüşüyle yalpalayarak ilerledi, yokuştan aşağı seke
seke indi, marketin önünden geçerken iki yaşlı teyzenin şaşkın bakışları
arasında en son parkın kapısına yakın çalılıkta yorulup bir köşede sızmış gibi
durdu. Heybetli idi. Bir toptan fazlası idi. Bir kere gündüzün ortasında neon
ışıkları gibi parlıyor etrafına tarifsiz bir neşe bırakıyordu. Parkın köpekleri
hızla koşup yanına vardılar, önce biraz korkar gibi oldu bunlar adama dişi bir
geçirirse bütün havasını söndürür alimallah. Neyse ki arkasından koşup gelen
Sadi ile Reşat bu azgınların elinden kurtardılar garibi. İlerde balkondan kadının
biri bağırıyordu, topum da topum diye. Reşat “abla korkma topun emin ellerde”
diye cevap verdi. Kadın başında saç bandı ile saçlarını toplamış terden suratı
kıpkırmızı telaş içinde feryat figan. Yanında ufacık bir oğlan kafayı balkon
demirlerinin üzerinden uzatmış bakıyor suçlu suçlu. Reşat “abla vallahi bir şeyi
yok sapasağlam seninki, gönder çocuğu sen” dedi. “Boyu devrilsin onun topumu bu
hallere koyan o değil mi zaten” diye söylenmeye devam etti kadın.
Dev
ekran kavisli akıllı tivisinden yutuba bağlanmış kanalına abone olduğu yoga
ve pilates hocası Hicran Ergüneş’i pür dikkat izliyordu. Hayrandı bu kadına. O
nasıl bir eda, dirayet, çalım, ciddiyet, hanımlık, cazibe. Allah her şeyi bir
arada vermiş mübareğe. Üçü bir arada neskafe. Omuzlar dik, saçları bantlı,
kendisinin de saçında bant var bu haliyle Hicran hocaya benzetiyorlar pek
hoşuna gidiyor. Daha esnek daha esmer olmalı, bu sene denize gidemediğini
hatırladı, tam yola çıkacağı gün orman yangınları patlayınca her sene gittiği
pansiyonun rezervasyonunu iptal etmek zorunda kalmıştı, gidebilse azıcık yanar
kararırdı böyle hamur gibi gezmezdi şimdi.
Hicran
hocanın sesinden pozitif enerji akıyor odanın içini dolduruyor açık balkon
kapısından sokağa taşıyordu. Bizimki bir yandan yerinde zıplıyor öte yandan
gözleri pür dikkat hocayı takipte hiçbir hareketini kaçırmak istemiyor. Şimdi
yana, sağa sola, tekrar öne arkaya. Olmuyor, bir türlü onun kadar esneyemiyor.
Masanın üzerinde sumutisi kinoalı, çiya tohumu, badem sütü, çilek, muz, azıcık şeker katmasa iyiydi ama
içi dönüyor şekersiz içince de. Pipetli sporcu termosunun üzerinde “don’t think
just do it” yazılı. Yapabilirsin Asuman. Senin neyin eksik. Başarırsın yeter ki
inan. Asuman alevi alıyor. Yılmak yok. Ha babam de babam. Zıpla. Gitsin
kaloriler, gelsin dantelliler. Fazilet’in düğününde mutlaka o elbiseye sığmalı
iki haftası kaldı. Ha gayret Asuman.
Vücudunuzun
sesine kulak verin diyor Hicran hoca. Dinleyin onu, konuşun onunla. Hissedin
eklemlerinizi, kaslarınızı, nefesinizi, farkında olun. Asuman bir türlü kulak
veremiyor sokakta sütçü kamyoneti büfenin önüne park etmiş kornaya basıyor,
alacaksanız alın, bak gidiyorum, sonra üç gün sütsüz kalırsınız diye öttürüp
duruyordu. Melodili çalıyor kornayı, Ankara’nın bağlarına girecek gibi, neşeli
oğlan sütçü. Asuman’ın gözü Hicran hocada, kulağı dirseklerinin dizlerinin sesinde,
aklı sütlaçta. Sütçü gitmeden üç kilo, yoksa litre miydi aman neyse süt alsa az
şekerli bol pirinçli kaynatsa, üzerine tarçın döküp üç öğün üç gün sadece
sütlaç yese bu tempoda pilatese devam etse sabahları da limonlu sirkeli ılık
sulara hiç ara vermese kesin 2 kilo 200 gramı verirdi.
Şimdi
ve burada olun diyor Hicran hoca. Geçmişe ve geleceğe takılmayın. Etrafınızın
farkına varın. Ana odaklanın. Asuman tam odağını bulacak, zil çalıyor, nasıl
çalıyor, ısrarla çalıyor. Zil de
melodili çalıyor, “ne zaman sarhoş oldun da kaldıramıyon kolları.” Bu gün herkes
bir hoş. Asumanın kolları kalkmıyor külçe gibi yıkıldı yıkılacak. Kapıya
sürünüyor neredeyse, açar açmaz, içeri yeğeni Vatan bir vaşak gibi dalıyor. Vatan
sekiz yaşında haşarının belanın katmerlisi. Odaya dalar dalmaz saniyeler içinde,
kaşla göz arasında “aa top” deyip odanın ortasında duran pilates topunu var
gücüyle tekmeliyor zavallı top balkon kapısının eşiğinden sekip sokağa
fırlıyor. Bizimki arkasından bakakalıyor. Ağladı ağlayacak.
Canın
çıksın Vatan diyecek diyemiyor, boyun devrilsin, yok devrilmesin. Vatan! diye
yerinde zıplıyor başka bir şey diyemiyor. İki adam topu yakalamış karşıdan
geliyor. Çocuğu gönder abla diyorlar. “Vatan git topu getir, başına bir iş
gelirse seni parça pinçik ederim.” diyor gözlerini belertip, gözlerini öyle
yapınca çok korkulu oluyor. Vatan bile azıcık tırsıyor. Tamam hala getirdim
diye yan yan kapıya yöneliyor.
Saate
bakıyor 10:30 olmuş. 11’de online dersi var, açık öğretimden dış ticaret okudu.
Şimdi yüksek lisans yapıyor, lojistik. İngilizce kursuna da gitti, 3 yıl.
İntermidyıt, konuşması daha iyi ama. Asuman’ın paraya ihtiyacı yok durumu iyi.
Oturdukları apartman babadan kaldı, yarısı abisine yarısı kendine. Üç daire bir
de dükkan kirası var. İşi tıkırında. Keyif için okuyor. Sanat tarihi, edebiyat
falan oku dedi alt dairede kalan üniversiteli kızlardan Semra dünyaya bakışın
genişler, ufkun açılır gibi laflar etti. Asuman’ın o taraklarda bezi yok,
entellik peşinde değil reel şeyleri seviyor. Lojistik okuyup internetten spor
malzemeleri, pilates topu, sehpa, yoga matı, mandalalı yoga taytları falan
satmayı düşünüyor. Çok talep var dedi
abisi bu işlere. Abisinin kafası
ticarete küçüklükten çok çalışır. Güzellik merkezi var Kızılay’da şimdiler de
bir tane de Beytepe’de açmış. 20 kişi çalışıyor yanında. Saçtan tırnaktan para
kazanıyor. Kozmetik, makyaj malzemesi parfüm derken aldı yürüdü. Hanımı da
yanında birlikte paraya para demiyorlar. O kadar paraları var ama Vatan’ı yine
de halasına bırakıyorlar her sabah. “İşin gücün, çoluk çocuğun yok biraz göz
kulak ol işte, garip el kapılarında mı büyüsün” diyor abisi sesini azıcık
çıkaracak olsa. Nasıl işim gücüm yok diye kızıyor içten içe aynı anda 4 kursa
gidiyorum. Ama Vatan’a kıyamıyor. Şeytan tüyü var bacaksızda, yaramaz ama
sevimli, yoksa çoktan başından defederdi. O da alıştı iyiden iyiye halasına.
Halacım da halacım. Kerata da ne laflar sanırsın İngiliz asilzadesi, nerden
öğreniyor bu lafları. Pek muhterem halacığım bana limonata yapar mısın diyor.
Laflara bak pek muhterem halam. Bal halam, kaymak halam. Bizim ki Hicran hocayı
durduruyor. Limonata yapmaya gidiyor mutfağa.
Asuman
yatalak annesine de bakıyor, baba gideli 5 yıl oldu. Annesi iki yıldır hepten
bıraktı kendini. Babasına da bakmıştı. Çiçek gibi. Bir de çiçeklere bakıyor. O
herkese bakıyor fakat kimsenin ona baktığı yok. Bakan olsa da görecek gibi
değil. Annesine az tuzlu sütlü kabak çorbası yaptı akşama, abisine de biber
dolması, yanına yoğurt. Abisi ve yengesi de yemekleri orada yiyor. Güya çocuğu
almaya geldik diye akşamın 10’unda gelirler, abisinin kesin içi kıyılır iki
lokma bir şey yok mu der, sonra o iki lokma büyür, mükellef sofra kurulur.
Yengesi Mehtap da kurulur sofraya. Gecenin o saatinde tıkabasa yerler. Üzerine
çay demlenir, yanında fındık, fıstık, üzerine bir de meyve faslı saat gece
yarısını bulur. Abisinin ensesi beş kat Mehtab evlere sığmıyor. Arada abisi
fırçalıyor, “az ye bu kiloyla müşteriyi sıkıştırırsın koltukta” diye. Dinleyen
kim. Stresten yiyormuş. Asuman anlamıyor bu insanları. Stresin varsa onun da
eğitimi, semineri bilmem nesi var, iki hafta kursuna gidersin pamuk gibi
olursun. İki tabak mantıyı bol tereyağlı yedikten sonra “Senin diyetisyenin
ismi neydi” diye sordu bir de geçen gün Mehtap. İçinden “verdiğin parayla
kalırsın sen de bu boğaz varken iki gün sonra bırakırsın o diyeti” diye geçirip
”İkram Gülendam diye bir isim uydurdu Asuman”
“telefonunu atarım sana sonra whatsaptan.”.
Çiçekleri
suladı. Menekşeyi sevdi, cam güzelleriyle muhabbeti iyi, orkideler, sardunyalar
balkon çiçekçi dükkanından farksız. Fesleğeni okşadı. Vatan’ın başını sever
gibi. Zaten haşarı kıvırcık yeşil kafalı oğlana benziyorlar. Balkona kokusu
yayıldı. Sanki sevgisine karşılık veriyor mübarek. Kimisi rengiyle gülümsüyor,
kimisi kokusuyla sohbet ediyor. Kim demiş konuşmaz diye bunlar. Her biri ayrı
dilde hiç susmadan anlatıyor. Asuman yaşını başını aldı artık. Yaşıtlarının
çoğu evlendi çoluk çocuğa karıştı arada bir buluşuyorlar Vatan’ı çocuklarla oyun
alanına bırakıp kendileri starmucks’ta kahve içiyorlar. Asuman Milkshake
seviyor vanilyalı. İçinde bir suçluluk oluyor sonra ama yine de vazgeçemiyor.
Eve gelince 30 dakika pilates yapınca sakinleşip rahatlıyor. Arada evde
buluşuyorlar. Genelde sen yalnızsın sana gelelim diyorlar. Sonra cümbür cemaat
sabahın köründe damlıyorlar. Öğlen akşam derken Asuman’ın canı çıkıyor. Pasta,
börek, kısır, çay, kahve onlar gidince ev savaş alanı. Üç gün kendine gelemiyor
Asuman. Bir de laf sokan sokana. Kahveler içilince illa falına bakalım
diyorlar. Lafı nereye getirecekleri belli. Aha burada bir at başı var. Dörtnala
koşuyor. At murattır. Üç vakte kadar sana bir kısmet var. Bir de kesin bir yol
görünür. Gözyaşları damlar fincandan, tabakta telve birikir, için kabarmış
seninler. Laf sonunda evliliğe bağlanıyor. Hepsi de sırayla kardeş, kayın,
hala, amca, teyze, dayı oğullarını, eşlerinin işyerinden arkadaşlarını Asuman’a
yapmak için fallar bakıp durdu yıllardır. Dertleri belli 3 daire bir de dükkan.
Anası da yakında gider. Kız desen garip ağzı var dili yok. Biri de çıkıp
Asuman’ı düşünmez. Bu kızın da sevilmeye ihtiyacı var demez. İşleri güçleri
dinleri imanları para olmuş bunların. Asuman içlenir, hepsine en az üç hafta
küser, sonra aradan zaman geçer, yine filimdi, kitaptı, bilmem ne kursuydu
derken yalnızlık gelir çöker. Mesaj atar biri Asumancığım çok özledik seni, kalpler
çiçekler. Asuman beni değil börekleri özlemişsinizdir hınzırlar der içinden ama
yine kıyamaz.
Balkondaki
cam güzellerini suluyor, tatlı bir serinlik var, coştu bu bahar bunlar,
saksılara sığmaz oldular. Sokağın başındaki oğlana takılıyor gözleri, Reşat
skooter motorunu siliyor ince ince. Arada bir gözü de Asuman’da. Sabah pilates
topunu tutan oğlan. Kibar çocuk. Semra’nın bahsettiği bu galiba. Telefon çalıyor,
kurstan arıyorlar, etkili konuşma ve diksiyon kursu. Sertifikanız hazır gelin
alın diyorlar. Yarın gidip alırım Vatan’la annemi iki saat Semra’ya bırakırım
diye düşünüyor. Sonra belki şu oğlanla biraz konuşuruz öyle havadan sudan.

Yorumlar
Yorum Gönder