Yeni Nesiller ve Tabiat Kültürü Üzerine Notlar
Bizim kuşak biraz talihsizdi. Gecekonduda, derme çatma üç beş katlı aile apartmanlarında büyüyen nesiliz biz. Evde, yakında iyi kötü köy görmüş ninesi dedesi, yazları izinlerde köyde ziyaret edecek amcası dayısı olanlar, hiç olmazsa köyden kışın yenecek cevizi, pestili, kuru dutu gönderecek akrabası kalanlar bir nebze şanslıydı.
Bizim çocuklarsa hepten garip; zaten kulaktan dolma toprak bilgisi ile yetişmiş, gidecek bir köyü kalmamış, yorgun ve toprağa ayıracak hulku, sabrı olmayan ana babaların yetiştirdiği bahtsızlar. Hal böyle olunca toprağa, tohuma, ağaca, fidana dair görgüsü, bilgisi gelişemeyen yumurtanın markette, domatesin manavda yapıldığını sanan bir nesil.
Bu korona günlerinin şehir ahalisini avmlerden parklara, bahçelere taşıyan, geçici bir heves mi yoksa ömürlük bir sevgi mi olduğunu zamanla göreceğimiz hobi bahçeleri, arsa, tarla arayışlarına sevk eden bir hayrı oldu. "Out door" faaliyetleri daha bir sever olduk. Milletçe ezelden piknikçiyizdir ama kampçıların, çadırcıların, karavancıların sayısı da sanki artıverdi.
Lakin bu ilgiden bir bilgi ve sevgi yeşermeli. Bilmeden sevilmez, sevmeden bilinmez. Bizden iki kuşak önce dedelerimizin tabiata dair bir "bilinci" vardı. Binlerce yıllık bir sürekliliğin içinden biriken bir kültür. "Benim sadık yarim kara topraktır" diyerek kendini, özünü toprakla birleştiren, bahçedeki ağacı yakın akrabası, beslediği ineği, eşeği, koyunu, kuzuyu, kediyi, köpeği hanenin ferdi gibi gören bir bilinç. Bu bilinç kendiliğinden bir ahlak bir görgü de demekti. Bizim kuşak ve bizden sonrakilerin bu görgüyü yeniden kazanması tekrar yakınlaşmaya başladığı tabiata dair güncel bir bilinç ve kültür oluşturması şart.
Yeşil vatanı tanımaya ağacından çalısından başlamalı. İnsan bağ kurduğu, öğrendiği, tanıdığı şeyi daha çok benimsiyor. Acaba kurumlar, dernekler uzmanlarla işbirliğiyle ağaçları, bitkileri tanıtan, ağaç, sebze, meyve ekmeyi, yetiştirmeyi öğreten uygulamalı seminerler başlatabilirler mi?
Biraz araştırınca dünyada da bu konuya dair bir literatürün oluştuğunu gördüm. Permakültür bahçeleri ve uygulamaları ile her yaştan insana toprağın, bitkinin, tüm canlı türlerinin nasıl bir birliktelik ve uyum içinde işlediğini gösteren çalışmaların ülkemizde de çoğalabileceğini düşündüm.
Acaba bu konuda farkındalığı arttırmak için okullarımızda çocuklarımızı, gençlerimizi bitkiler üzerinde düşünmeye onlarla bağ kurmaya teşvik edecek permakültür alanında fikirler üretecek yarışmalar düzenlenebilir mi?
Öykü, şiir yarışmalarının bir faydası olur mu acaba? Bahçedeki nar ağacının öyküsünü yazacak bir çocuk o nar ağacı ile uzun süreli bir ilişki kurmaz mı? Yıllara, mevsimlere, günün saatlerine göre ağaca yoğun bir dikkatle yönelmesine vesile olmaz mı bu? Sonra o çocuk "Nar ağacı narsız olur mu" türküsünü duyduğunda daha bir candan kulak vermez mi? Acaba uzmanlar bu konuda ne düşünürler.
Şimdi diyeceksiniz ki çocuklar görmediğinin bilmediğinin öyküsünü şiirini nasıl yazacaklar. Çok haklısınız. Büyükler "görgülü kuşlar gördüğünü işler" demiş. Görmeden olmaz. "İnsan insandan öğrenir" dedi bir abim. Herkesin köyü, ebesi, ninesi yok, ne yazık. Bu çocukları köy kültürü olan birileri ile bir araya getirmeli. Tarla tokattan anlayan (bu arada tokat aynı zamanda tarla, bahçe, mandıra kapısı demekmiş) hayvan ağılı görmüş tatlı dilli güler yüzlü, anlatmayı seven amcalar teyzeler bulmalı. Programlar yapmalı, yakın köylere günü birlik, uzak olanlara bir hafta sonu ya da yaz tatilinde götürmeli çocukları tavuğun altından nasıl yumurta alınır, süt nasıl sağılır, koyun, kuzu keçi nasıl ağıla konur, hangi fidan nasıl dikilir, sebze fidesi nasıl ekilir ve benim de sayamadığım bir çok şeyi öğretmeli. Eğlendirerek, göstererek, çocukça, sıkmadan. Orda uzakta bir yerde olan, gidip görmediğimiz köyü yakına getirmeli, köyü olmayan gariplerin de bir köyü olmalı. Böyle bir proje olsa keşke, yaşıma başıma bakmaz önce ben katılırdım inanın.
Doğum günlerinde dikilip, her yıl ziyaret edilen ağaçlarla çocuklar arasında bir arkadaşlık kurulur mu acaba.
Biz şehir ahalisi rutinimizi bozan işlerde biraz ağır kanlıyızdır. Harekete geçmek için hep başkasının önce davranmasını, biraz itilmeyi, teşvik edilmeyi bekleriz. Tez canlı biri çıksın piknik sepetini hazırlayıp, çayları termosa koyup bizi erkenden uyandırsın isteriz mesela. O yüzden acaba kurumlar, dernekler bu konularda ön alamaz mı? Çocuklarımızı Oyun avmlerinden, çelik kafeslerden tabiata taşıyacak, gezi mantığının ötesinde tarımsal üretimin değerini bilgisini aktaracak etkinliklere öncülük edemezler mi? Onlara bir tabiat kültürü aktaramazlar mı? Yeşil vatan sevgisini çoğaltamazlar mı?
İşte bunları düşündüm ormanlarımız yanarken, şimdilik elimden gelen bu.

Üzerinde çok ciddi düşünmemiz gereken bir konuyu çok güzel dile getirmişsiniz. Teşekkürler.
YanıtlaSil