Çevreci bir göz bağcılığı ve akademik
bir cambazlık örneği olarak "Ekomodernizm"
Batı
ürettiği kavramların arkasına, önüne, sağına, soluna eklemeler yaparak
yenilerini üretmeyi, sulandırmayı, aşındırmayı, içini boşaltmayı hasılı onlarla
yönetmeyi iyi bilir. Çevrecilik ve post-çevrecilik de böyle göründü gözüme. Koreli
İktisatçı Ha-Joon Chang’ın “merdiveni devirmek” dediği batının kendi geçtiği
köprüden arkadan gelenlerin geçememesi için önerdiği kalkınma reçetelerinin iç
yüzü aslında çevrecilikten de bahseder. Çevrecilik kapitalizmin ve modern
teknolojinin büyüme hırsının, hak hukuk bilmezliğinin tahribatının
reçetelerinden biri. Fakat bu reçete daha çok batı dışı dünya için, az gelişmiş
memleketler için. Öte yandan post çevrecilik ise çevreci argümanların içini
dışına getirerek, ters yüz ederek batılı-gelişmiş memleketlerin büyüme ve
tahakküm çılgını liderlerine bol bol siyasi argüman sağlıyor. Ne kadar çok
büyürsek, ne kadar çok teknoloji kullanırsak o kadar iyi. Çevresel sorunların
baş sorumluları ise geçimlerini tabiattan doğrudan sağlayan çiftçi, köylü,
balıkçıdan başkası değil diyerek 3 asırlık tarihsel serencamı bize başka türlü
göstermeye ve unutturmaya çalışıyor. Sözde bilimsel iddialar aslında gerçeği
yansıtmıyor. Kısacası batı cephesi bildiğimiz gibi, değişen bir şey yok.
Ekomodernizmi çevreci bir göz bağcılığı, akademik görünümlü bir cambazlık
olarak okumayı öneriyorum. Umarım faydalı olur.
Ekomodernizm
Ekomodernizm
kurtuluşu teknolojide görür. Ekomodernistlere göre teknolojinin neden olduğu
çevre sorunlarına çözüm daha fazla teknolojidir. Kalabalık şehirlerde ve
fabrika çiftliklerde yoğunlaşan insani faaliyetlerine dair doğal yaşama daha
çok yer verilmesi yönünde bir çağrıda bulunurlar. Nükleer enerjini, genetik
modifikasyon, sentetik materyallerin insan ve doğayı birbirinden ayrıştıran
yeni teknolojilerin daha fazla kullanımını savunurlar. İnsanlığın çevreye olan
toplam etkisini daraltmak ve ekonomik kalkınmayı herkes için gerçekleştirmek temel
hedefleridir. Bu iki hedefe ulaşmanın yegane yolunun biyolojik kaynaklar ve
doğal döngüden kurtulmakla mümkün olduğunu iddia ederler. Çiftçiler, kırsalda
yaşayanlar, orman köylüleri ve balıkçı toplulukları gibi doğrudan ekosistemlere
bağlı olarak yaşamını sürdürenleri müdahaleleri olmasa doğanın safiyetini
koruyacağı çevresel şer odakları olarak görürler. Ekomodernistler daha fazla
enerji ve maddi verimin toplumu daha müreffeh kılacağını ve daha büyük bir
tüketime yol açacağını kabul eder. Fakat onlar yeniliklerin büyümeyi
sürdürülebilir kılacak ucuz, bol, temiz ve yoğun enerji kaynaklarını ortaya
çıkaracağına kesin bir inanç beslerler.
Ekomodernizm
ABD’de doğmuş bir düşüncedir. Avrupa’da daha yaygın olan Eko-etkinlik ve
ekolojik modernleşme gibi çevreci düşünce okullarından farklı olarak ekomodernistler
enerji muhafazasından ve yenilenebilirlikten pek bahsetmezler. Nadiren serbest
piyasalar ve karbon fiyatlamasından söz ederler daha çok gerekli teknolojik
atılımlara yönelik araştırmaların hükümetler tarafından finanse edilmesini
önerirler.
Nisan
2015’te 18 bilim adamı ve entelektüelden oluşan bir grup “Bir Ekomodernist Manifesto”’yu
yayımladı. Manifestoyu hazırlayanlar bilgi ve teknolojinin hikmetle birlikte
uygulanması ile daha iyi ve hatta muhteşem bir yeni antroposen-insanlık çağının
yaşanabileceği kanaatindeydiler. Manifesto 3000 kelimeden oluşan basit
argümanlarıyla oldukça kolay okunabilir metin. Eldeğmemiş, bozulmamış doğa ve yapay
olarak üretilmiş şehirlerle tamamen yüksek teknolojiye dayalı ekomodernist bir
gelecek. Oakland Kaliforniyalı bir tink-tank merkezi olan Atılım Enstitüsü
tarafından koreografisi oluşturuldu. Enstitü 2003 yılında Michael Shlenberger
ve Ted Nordhaus gibi ikisi de çevreci gruplarda uzun zamandır stratejist olan
kililer tarafından kuruldu. 2004 yılında bu ikili Çevreciliğin Ölümü isimli eserlerini
yayımladı. Kitap çevreciliğin politik stratejilerine hücum ediyordu ve yeni bir
çevreciliğin, post-çevreciliğin doğması gerektiğini öne sürüyordu. Post eki
sınırlar ve kurallar talep eden klasik çevrecilikten bir ayrılmaya işaret
ediyordu. İnsanların bir kez zengin
olduktan sonra doğayı korumaktan ve önemsemekten bahsediyorlar tarzında
post-materyalist bir atıfta taşıyordu. Sonraki on yıl içinde ikili Breakthrough
Enstitüsü etrafında nükleer taraftarı ve doğal kaynakları koruma
muhafazakarlarına karşı bir ağ oluşturdu. Ekomodernizm post çevrecilik olarak
göründü.
Manifesto
2015 yılında pozitif ve apolitik bir dil ile çerçevlenen teknoloji konusundaki
iyimser “üst kanat” vizyonlarının ardında politik sürekliliğin birbirinden uzak
kutuplarını bir araya getirmeyi denediler. Bir sosyal hareket oluşmadı. Haziran
2016’da Shlenberger tarafından Kaliforniya’daki
bir nükleer enerji platformunu savunmak için “çevre umudu içi yürüyüş” isimli
bir eylem organize edildi ve sadece seksen kişi katıldı. Açıkçası çevreyi onu
tahrip eden ileri teknolojik gelişmeleri hızlandırarak korumak fikri kitleleri
pek harekete geçirememişti. Peki tüm bunlara rağmen neden ekomodernizme kayda
değer buluyoruz. Çünkü güçlü aktörler, anaakım medya ve akademik dünya
Manifesto’ya geniş ölçüde yer vermişti. Şüphecilikten
sert eleştirilere değerlendirmeler oldu fakat Newyork Times, Guardian ve hatta
dünyanın en çok atıf alan bilimsel dergisi Nature bile Manifesto’ya yer vermiş
olması kayda değer bir husus. Metnin yazarları arasında Harward Üniversitesi’nden
David Keith ve Columbia Üniversitesi’nden Ruth De Fries gibi seçkin çevreci akademisyenler de
bulunuyordu.
Psot
çevrecilikle ilişkili bir sosyal hareket bulunmaz çünkü post çevreciliğin buna
ihtiyacı yok. Toplumda en baskın olan “Tüketicilik alışıldığı üzere temiz
teknolojileri desteklersek devam edebilir, yoksul topluluklar sahip oldukları
doğal kaynakları doğrudan kullanarak ekip biçerek çevreyi tahrip etmektedir,
iklim değişikliği sosyal ve kültürel bir dönüşümü gerektirmeyen teknik bir
meydan okumadan başka bir şey değildir ve ekonomik büyüme kaçınılmaz ve doğal
bir süreçtir.” tarzındaki bazı tavır ve kanaatlerin abartılmış versiyonundan
başka bir şey değildir. Bir bakıma post çevrecilik “Çevre için kötü olduğuna
inandığımız herşeyi yapmanın çevreyi kurtarmanın yegane yolu olduğu” gibi sözde
bilimsel zemini olan bükülmüş kanaatleriyle bir anti çevreciliktir. Birileri yoksulluğun
azaltılmasının ve sürdürülebilirliğin alışkın olduğumuz müreffeh
hayatlarımızdan ödün vermeden ve bir çaba göstermeden sağlanabileceğini işitmenin
insanları rahatlatacağını düşünebilir. Protestolar, gösteriler yapmak tamamen
yersizdir çünkü bütün bu çevreci hedeflere basitçe şehirleşme, yoğunlaştırılmış
tarım, ekonomik büyüme, biyolojik kaynakların ve emeğin madenler ve Modern
enerji ile ikame edilmesi ve şimdilerde ise nükleer fizyon ve füzyon gibi zaten
uzunca bir süredir devam eden süreçleri hızlandırarak ulaşılması mümkündür.
Manifesto muhafazakar siyasetçilere çevresel yıkımlara neden olan süreçleri
sürdürerek aynı zamanda çevreci olabilmeleri için oldukça güçlü bir söylem
malzemesi sunar.
Fakat
Manifesto tarafından kutlanan tüm bu süreçler tarihsel olarak hiçbir zaman daha
az değil hep daha geniş oranda çevresel tahribatı beraberinde getirdi. Bu süreçleri
hızlandırmanın bugüne kadar olanın tersine bir süreci tetikleyeceğini düşünmenin
pek de bilimsel olduğunu söyleyemeyiz. Bizim kapsamlı literatür incelememiz
post çevrecilerin kurucu iddialarının bilimsel temellere dayanmadığını ortaya
koyuyor. Şehirlerin ayak izi hesaplandığında şehirleşmenin artan kaynak
kullanımı ve kirlenmeyi beraberinde getirdiği görülür. Yoğunlaştırılmış tarım
doğal yaşam için boş alan bırakmaz. Yeni enerji kaynakları sadece eskilerine
dahil edilir yoksa onları azaltarak yerine kullanılmaz. Gelişmiş ülkeler
çevresel etkilerin azaltılmasını sadece bu etkileri daha az gelişmiş ülkelere
iteleyerek uyguladığı görülür. Doğadan ayrıştırılan insanlar ise onu korumak
için daha az özen ve ilgi gösterir. Sosyal hareketler daha iyi bir dünya için
değişim talep eder. Teknoloji yalnız başına bunların hiç birini yapamaz.
Ekomodernizm
gelişmiş yapay teknolojilerin ekonomide doğayı ikame edeceğini doalyısıyla
doğayı olduğu gibi bırakmanın yeterli olduğu konusunda insanları ikna ederek
sosyal ekolojik dönüşümlere yönelik harekete geçme ve organize olma arzusunu
bastırır. Mesaj, ekonomilerimizi diğer canlıların ekolojilerinden, yaşam
alanlarından ayırmak yerin, biz insanların
ortak gezegenimizde onu paylaştığımız diğer türlerin daha farkında olarak yaşamayı
öğrenemeyeceğimizdir. Kendi kendini teyit eden bir kehanet, eğer farkına
varırsak bunun bütüncül bir felaket olacağıdır.

Yorumlar
Yorum Gönder