Ana içeriğe atla


 

 

Çevreci bir Rabbinin Söyledikleri.

Tikkun Olam geleneksel Yahudi inancında “dünyayı tamir etmek” demek. Bir Rabbi’nin kaleme aldığı makale bu inancın küresel çevre sorunlarının çözümünde işe yarayacağını öne sürüyor. Her ne kadar mutaassıp Yahudiler kavramların bu şekilde modernize edilmesine karşı çıksa da liberal ve ABD menşeli Yahudi gruplar bu tarz güncellemeleri önemsiyor.

Rabbi, Şabat Günü uygulamasının kapitalizmin kendini 7 yılda bir rektefeden geçireceği böylece sistemin aksayan yanlarını tespit edip, gelecek altı yılı planlayacak bir uygulamaya dönüştürülebileceğini öneriyor.  Aynı zamanda 7 yılda bir kez gelecek bu zaman diliminde bireyler yeni işler, farklı deneyimler ve kendilerini düşünebilmek için vakit kazanabilecek.

Rabbi bir din adamından beklenecek bir şekilde kapitalizmin hep daha çoğunu talep eden arsızlığı, tatminsizliği ve şükürsüzlüğü yerine “kanaat bitmez tükenmez bir hazinedir” diyerek “bu kadarı yeter” demeyi öğütlüyor. Rabbi aynı zamanda paylaşmayı ve dağıtıcı bir adaleti tavsiye ediyor. Gelişmiş memleketler adeta GSMH’lerinin zekatı olacak şekilde yüzde 1-2’lik kısmını hayır işlerine ayırsa dünyada küresel yoksulluk, açlık gibi sorunların bir çoğu ortadan kalkacaktır diyor.

Rabbi’nin diğer bir pratik kurumsal önerisi de ABD Anayasasına eklenecek şirketlere çevre ve toplumsal sorumluluklar konusunda hesap sorma mekanizması getiren bir yasal düzenleme. Şirketler için hesap gününü kıyamete bırakmayan Rabbi bu düzenleme ile  “çevrecilerin de katılabileceği sıradan insanlardan oluşan bir jüri önünde şirket yetkililerinin her beş yılda bir hesap vermesini” öngörüyor. Faaliyetlerinin çevreye, topluma verdiği zarar, tahribat ve etkileri konusunda dünyanın her yerinden insan şirketlerin amel defterini dürebilecek.

 Bendeniz makaleyi ilginç ve düşündürücü buldum. Umarım faydalı olur.

 

Yahudi Tikkun Olam İnancı

Yahudi Geleneğinin kadim hikmeti “Tikkun Olam-dünyayı tamir etme” bu gün radikal ekonomistlerin ya da çevrecilerin görüşleri ile bir araya gelseydi sürdürülebilir kalkınma için şiddetle ihtiyaç duyulan bir zemin teşkil edebilirdi.

İbranice’de Tikkun Olam dünyayı dönüştürme ya da tamir etmek anlamına gelir. Yahudi ibadetleri bu inancı köklerini yeryüzüne ihtimam gösteren besleyici anaç bir enerjide bulan bir dünya görüşüyle irtibatlandırır. Bugün karşı karşıya olduğumuz ana problem küreselleşen kapitalist sistemin hayatta kalabilmek için sınırsız bir genişlemeye muhtaç olduğudur. Bu yüzdendir ki sistem gezegenin sınırlı kaynaklarını böyle yaparak onu sonu gelmez çöp yığınlarına ve zehirli atıklara boğduğunu düşünmeksizin sömürür. Eş zamanlı olarak gelecek nesillerin kaynaklarını da pervasızca tüketir. Bilinçleri bu paradigma içinde şekillenen insanlar var olan şeylerin, deneyimlerin ve fırsatların asla yeterli olmadığına ve gerçekten de çok daha fazlasına ihtiyaç duyulduğunu düşünmeye başlamıştır. Sosyal hayatta, politikada ve eğitim sisteminde paranın yoldan çıkarıcı ve medya endüstrisinin zenginlerin emrinde olan rolünü aşabilmek pek mümkün değildir. Demokratik süreçler eğer politikalarımız toplumun manevi dönüşümüne doğru içsel bir bağ üretemezse bu yetersizlik duygusunu aşabilecek yeni bir bilinç yaratmayı başaramayacaktır.

Manevi gelenekler bir şeylerin yeterli olduğuna, kanaat edilmesi gerektiğine dair içsel bir kabulü beslerler. Daha fazlasını istemeye bir dur demek için de hali hazırda sahip olduklarımızla da yeterliyiz. Bunun yerine bir cömertlik ve feragat duygusu ile sahip olduklarımızı nasıl en iyi şekilde bölüşebileceğimize odaklanabiliriz. Yeni Dip Çizgi nosyonunu meşhur kılmak başlangıç noktamız olabilir. Şirketler, hükümet politikaları ve eğitim sistemleri insani kapasiteleri cömert ve paylaşımcı kılmayı arttırabildiği ölçüde etkin, rasyonel ve verimli olarak değerlendirilebilir. Yeryüzünü öncelikle bir kaynak olarak değil huşu, hayret, takdir ve merak uyandıran canlı bir varoluş olarak ele alabilmeye ihtiyacımız var.

Bu “ülke güvenliği” sorununu beraberinde getirir ve trilyonlarca dolar kamu kaynağını “diğerleri” üzerinde güç tesis edebilmek için harcama sorunu. Tahakküm birçok seviyede uygulanabilir. Askeri, ekonomik, kültürel müdahale, diplomasi ya da en kaba biçimiyle gözdağı verme. Geçmiş kalkınma programlarının hatalarından kaçınarak yeni bir küresel Marshall Planı olarak sergilenecek bir Cömertlik Stratejisine ihtiyacımız var. Böylesi bir plan gelişmiş sanayi toplumlarının önümüzdeki yirmi yıl boyunca her yıl GSMH’lerinin yüzde 1-2 kadarını hayatı onaylayan yerlere tahsis etmelerini gerekli kılmaktadır. Bu küresel yoksulluğu, açlığı, evsizliği, yetersiz eğitim ve sağlık hizmetlerini yavaş yavaş hafifletmek yerine ortadan kaldıracaktır. Bu esnada kapitalizm ve sosyalizm tarafından getirilen iki yüzyıllık çevreye karşı sorumsuz büyüme ve kalkınma da belki tamir edilebilecektir.

Bu çeşit bir küresel Marshall planı geçmişin tüm yardım ve kalkınma programlarından farklıdır. Buna ulaşmak için Amerikan Anayasasına kamu kaynaklarının ve ulusal seçimlerin yönetimini belirleyecek Çevresel ve Toplumsal Sorumluluk ile ilgili bir düzenleme eklemeliyiz. ABD’de mal ve hizmet satan şirketler her beş yılda bir çevreci temsilcilerin de destekleyebileceği sıradan vatandaşlardan oluşan bir jüri önünde yeterli bir sorumluluk geçmişine sahip olduklarını ispat etmek zorunda olmalıdır. Sadece şirket temsilcileri değil onun faaliyetlerinden, istihdam politikalarından, çevreye ve topluma olan tesirlerinden etkilenen dünyanın herhangi bir yerinden insanların da tanıklığına müracaat edilmelidir. Yeni anayasa çevre konusundaki eğitimi kreşlerden, lise, üniversite, meslek okulu her seviyede zorunlu hale getirmelidir.

Atılacak tüm bu adımlar birbirine ve yeryüzüne karşı ihtimam gösteren bir toplumun teşekkülü için gerekli ama yeterli değildir. Tevrat enstitüleri bizim modernize etmemiz gereken Şabat Yılı geleneğini uygular. Her yedi yılda bir tüm toplum üretimi durdurur ve onun yerine evreni kutlamaya odaklanır. İçinde yaşadığımız modern hayatta ise bunu üretimimizin, satışlarımızın ve para kullanımının önemli bir kısmını durdurup toplumda her insana eşit biçimde bir Şabat parası dağıtarak uygulayabiliriz.

Önerilen bu Şabat Yılı uygulamasında hayati önem taşıyan hastane, gıda ve birkaç diğer hizmetler dışında toplumun yüzde 85’inin çalışmasına bir ara verebiliriz. Bu esnada yüzde 85’in katılımıyla olanı biteni bir gözden geçirebiliriz. Okullar kapatılabilir ve altıncı sınıftan üniversiteye kadar olan öğrenciler çiftliklerde hayvanlara bakarak böylece tabiatla yakın bir ilişki kurarak çalışabilir. Bazıları bilgisayarlarından, cep telefonlarından, otomobillerinden, yeni moda kıyafet ve takılarından uzak kalacakları için yas tutabilirler lakin önemli bir kısım ise normal şartlar altında vakit bulamayacakları gelecek altı yılı planlamak ve topluluk yönetim süreçlerine katkıda bulunmak gibi işler için müsait olabilecektir. Bu uygulamanın bir diğer faydası ise oyun oynamak, dans etmek, spor yapmak, meditasyon yapmak, dua etmek, yürümek, yüzmek, resimle uğraşmak, şiir-roman yazmak-okumak, film ya da dizi filmlere vakit ayırmak gibi farklı iş deneyimleri ya da tecrübe paylaşımları için yeniden eğitim imkanı sunuyor olması olabilir.

Şabat yılının akıllarda yer edecek temel öğretisi “yeterince var ve sen yeterlisin” olacak. Böylece saha fazlasını yapmak ya da daha fazlasına sahip olmak için çırpınıp durmak zorunda kalmayacaksın. Adeta bir meşale gibi her yeri tutuşturacak bu bilinçle biz tamamıyla yeni ve bütüncül bir kalkınma kavramı üzerine kurulu başka bir çeşit dünya kurmak için psikolojik ve manevi bir temel atmış olacağız. Tikkun Olam dünyanın tamir edilmeye ihtiyacı var demenin Yahudicesi ve bu bizim işimiz. Mişnah Etiği geleneğiyle bu işi bitirmek şart değil fakat bunu görmezden gelemezsin ve bir şekilde başlamalısın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YETERSİZ BAKİYE (ÖYKÜ)

Abi yetersiz bakiye diyor. Karşı taraf "ne diyor" diye sormuş olmalı telefonda. Yetersiz bakiye diyor abi. Sen ödedin değil mi geçen ayın borcunu. Abi ödedin de niye yetersiz diyor bu Allah aşkına. Sıradaki orta yaşlı hanım sabırsız. Bukleli saçlarına üfürüyor sıkıntıdan. Püf diyor. Bukle havalanıyor. Ablanın aceleden ziyade tahammülü yok gibi. Göz göze geliyorlar. Gözünü oyar adamın abla alimallah. Elinde kedi maması gözüne çarpıyor. Celal sırıtıyor en masum haliyle, abla kusura bakma hemen halledeceğim diyor. Celal'in rengi ruhsarı solmuş beti benzi atmış, alı al moru mor. Yer yarılsa içine girse. Dokunsan ağlayacak. Sinirden değil mahcubiyetten. İsmi Celal kendi pamuk. Kızdığını gören olmamıştır. Sinirleri alınmış mübarek. Hafif yanaklı, bembeyaz surat. Utanınca vücudunun bütün kanı yanaklara doluyor sanki. Bildiğin beş yaşında oğlan çocuğu. Oldu bitti utangaç Celal. Sosyal mobik mi fobik mi ondan işte. Komşunun kızı Yasemin öyle diyor. Yasemin fingirdeğin önde gideni...
Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Modern Dünya Sistemi’nin en önemli çevre unsurlarından biri olarak Latin Amerika’dan hakim kalkınma paradigmasına yönelik eleştiriler esaslı bir yekûn tutuyor. Şilili Manfred Max Neef’in, Meksikalı Gustava Esteva’nın, Kolombiyalı Arturo Escobar’ın ve makaleyi de kaleme alan Arjantinli Maristella Svampa’nın katkılarıyla ilerleyen bu eleştirel literatür hakkında bilgilendirici bir makale. Umarım faydalı olur.   Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Latin Amerika’da hakim kalkınma nosyonuna yönelik eleştirel yaklaşımlar Roma Kulübü’nün [1] 1972’de yayımladığı “Büyümenin Sınırları” raporuna kadar gider. Bu eleştiriler sürdürülebilir kalkınmadan emtia öncülerinin yayılmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede çağdaş bir içeriğe sahiptir. Latin Amerika düşüncesindeki üç kilit meseleyi şöyle sıralayabiliriz:   1.       Tüketim toplumu eleştirisi (70-80 ler) 2.       Post kalkınmacı eleştiriler (90’...
  Han'ı irfanla okumak... Byung Chul Han çağdaş bir düşünür, 1959 doğumlu. Güney Kore asıllı, metalürji okuduktan sonra Almanya’ya göç etmiş. Berlin Üniversitesi’nde Kültür teorisi, sanat, estetik dersleri veren bir profesör. Bugünlerde “Güzeli Kurtarmak” isimli hacim olarak ince ama derinliği olan kitabını lezzetli bir tercüme ile azar azar okuyorum. Han’ın kitabını Mustafa Tatcı hocamdan yıllardır şerhlerini dinlediğim Yunus Emre ve Niyazi Mısri’nin zihnimde biriken nutukları ile birlikte okuduğumu farkettim. Böylesi çağdaş düşünürleri tanıdıkça bizim irfani geleneğimizi dünya dillerine açmanın önemine bir kez daha ikna oluyorum. Öyle sanıyorum ki çağdaş filozoflar büyük bir emek çektikten sonra bizim irfani geleneğimizin ancak kıyılarına varabilecekler ve 21. Asır bu irfanın küresel kültüre daha çok mal olduğu, daha çok anlaşıldığı bir zaman dilimi olacak. Üzülerek söylüyorum ama bu kaynağa bir kez ulaştıklarında da bizim yakın tarihimizin mahalle kavgalarından, kendi tarihi ve...