Ana içeriğe atla

BAĞLILIK HASAN

 



Bir çocukluk uykusunun hafifliği kaç ton tomruk eder, ya da bir elektrik kulesi babanızın sürdüğü tarlaya gölgesi düşen dedenizin diktiği tek bir ağaç eder mi. Sizi salıncakta sallayan ağabeyinizin çocuk yüzü kaç kasa domates eder. Bir kuşun ölüsü ya da kedi berduşun cenazesiyle kaç kilo kurtsuz, parlak, iri ve ilaçlı elma alabilirsiniz. Acaba bilmem kaç fidanlık şeftali tarlası saf yürekli bir komşunun gönlüne sığar mı?
Bağlılık Hasan filmi usta yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun olgunluk dönemi eseri. Görüntüleri ile hiçbir söz olmadan film boyunca esen o muhteşem rüzgarın eşliğinde saatlerce izlenebilir, insanı kendine hayran bırakan bir görsellik. Öte yandan senaryosu ile de çok katmanlı okumalara, yorumlara açık. Uçsuz bucaksız tarlalardan tarımsal kapitalizmin dönüştürdüğü taşraya bakabilir isteyen. Bankalar, krediler, tarım ilaçları, bölünmüş mülkiyet ilişkileri, doğanın metalaşması, ticarileşmesi üzerinden görebilir filmi isteyenler. Sadece ülkemize özgü olmayan evrensel bir olgu olarak Latin Amerika’dan Uzak Asya’ya kendi kendine yeten ve kendi özgün ahlakı, değerler dünyası içinde süregelen geleneksel tarımın piyasaya eklemlenerek, şirketleşerek nasıl ticarileştiğinin hikayesini de okuyabilirsiniz Hasan’ın elma bağından ve domates bahçesinden geçerken. Hukukun, kamu idaresinin, yerel yönetimlerin, din ve kültürün nasıl birbirine geçerek tüm bu süreçleri beslediğini adeta bir doğal seleksiyon gibi güçlü ve kurnaz olanın, kurulu düzenle becerikli ilişkiler kurabilenin ayakta kalabildiğini de okuyabilirsiniz isterseniz.
Ya da bir başka gözle, daha felsefi bir okumayla Hakkı ötelerde değil varlığın, hayatın içinde gören; dağın, taşın, çınar ağacının, kuşun, kedinin hakkını gözeten; dağdaki çobanın gözüyle her yerde varlıkla helalleşen, bir gönüle girmeyi hacca gitmekten yeğ tutan doğal ve içkin bir dindarlıkla dini ritüellere, müesselere, alınıp satılan, kurayla çekilebilen, rezervasyon yapılabilen pasaport, vesikalık fotoğraf ve broşürlere indiren bir kurumsal dindarlık arasındaki farka da odaklanabilirsiniz.
Hasan da, tencere kapak gibi birbirini bulmuş olan karısı da herkes gibi sizin gibi, benim gibi insan. Çelişkileri ile, tamahı, hırsı, kurnazlıkları, küçük hesapları ile herkes gibi. Toplumsal iyi her zaman şekilseldir. Olmaktan çok görünmektir önemli olan. Öyle olduğuna inandırmaktır. İnsanlar kanar, inanır, kabul eder, helal eder, Allah’a havale eder. Size hoca derler, hacı derler, mübarek derler. Ama vicdan denilen o maşeri büyük kalp bir türlü tatmin olmaz siz gerçekten tatmin olmadıkça.
Eğer kamyonet kasasında taşınan değil de tüm varlığın tavaf ettiği, etrafında döndüğü bir büyük gönülden kinaye ise Kabe oraya ancak ardınızda kırgın gönül bırakmadan girebilirsiniz. Dil ile helalleşmenin ötesinde gönülden bir rızalaşmaktır insana gerekli olan. Hasan hacca niyet ettiğinde tek tek borçlarını ödemek ister. Para ile ölçülebilen borçları ödemek kolaydır, hesap kitap defterinin sayfalarını suya bırakırsınız, ama ilaçlı elmalarla tek tek helalleşmek iftira ile kırdığı bir gönlü tamir etmek hiç de öyle kolay değildir.
Unutuşun bilge kollarında saflaşan ağabeyi için artık hesap çoktan kapanmıştır, alacak verecek, kin husumet yerini ufukta azar azar kaybolan bir affedişe bırakmıştır. Artık tüm bu dalavereden kurtulmuş, oyundan çıkmış, bir bebek kadar masum bakan ağabeyinin ardından dökülen yaşlar, uyanan bir vicdanın işaretidir. Bu gelip geçicilik içinde tüm hesaplar, kurnazlıklar, yenilen haklar değersizleşir. Filmin en etkili mesajına dönüşür. Ağlamaya değmez. Hasılı bu dünya değmez bu iştaha. Değmez. Değmeze de değmez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YETERSİZ BAKİYE (ÖYKÜ)

Abi yetersiz bakiye diyor. Karşı taraf "ne diyor" diye sormuş olmalı telefonda. Yetersiz bakiye diyor abi. Sen ödedin değil mi geçen ayın borcunu. Abi ödedin de niye yetersiz diyor bu Allah aşkına. Sıradaki orta yaşlı hanım sabırsız. Bukleli saçlarına üfürüyor sıkıntıdan. Püf diyor. Bukle havalanıyor. Ablanın aceleden ziyade tahammülü yok gibi. Göz göze geliyorlar. Gözünü oyar adamın abla alimallah. Elinde kedi maması gözüne çarpıyor. Celal sırıtıyor en masum haliyle, abla kusura bakma hemen halledeceğim diyor. Celal'in rengi ruhsarı solmuş beti benzi atmış, alı al moru mor. Yer yarılsa içine girse. Dokunsan ağlayacak. Sinirden değil mahcubiyetten. İsmi Celal kendi pamuk. Kızdığını gören olmamıştır. Sinirleri alınmış mübarek. Hafif yanaklı, bembeyaz surat. Utanınca vücudunun bütün kanı yanaklara doluyor sanki. Bildiğin beş yaşında oğlan çocuğu. Oldu bitti utangaç Celal. Sosyal mobik mi fobik mi ondan işte. Komşunun kızı Yasemin öyle diyor. Yasemin fingirdeğin önde gideni...
Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Modern Dünya Sistemi’nin en önemli çevre unsurlarından biri olarak Latin Amerika’dan hakim kalkınma paradigmasına yönelik eleştiriler esaslı bir yekûn tutuyor. Şilili Manfred Max Neef’in, Meksikalı Gustava Esteva’nın, Kolombiyalı Arturo Escobar’ın ve makaleyi de kaleme alan Arjantinli Maristella Svampa’nın katkılarıyla ilerleyen bu eleştirel literatür hakkında bilgilendirici bir makale. Umarım faydalı olur.   Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Latin Amerika’da hakim kalkınma nosyonuna yönelik eleştirel yaklaşımlar Roma Kulübü’nün [1] 1972’de yayımladığı “Büyümenin Sınırları” raporuna kadar gider. Bu eleştiriler sürdürülebilir kalkınmadan emtia öncülerinin yayılmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede çağdaş bir içeriğe sahiptir. Latin Amerika düşüncesindeki üç kilit meseleyi şöyle sıralayabiliriz:   1.       Tüketim toplumu eleştirisi (70-80 ler) 2.       Post kalkınmacı eleştiriler (90’...
  Han'ı irfanla okumak... Byung Chul Han çağdaş bir düşünür, 1959 doğumlu. Güney Kore asıllı, metalürji okuduktan sonra Almanya’ya göç etmiş. Berlin Üniversitesi’nde Kültür teorisi, sanat, estetik dersleri veren bir profesör. Bugünlerde “Güzeli Kurtarmak” isimli hacim olarak ince ama derinliği olan kitabını lezzetli bir tercüme ile azar azar okuyorum. Han’ın kitabını Mustafa Tatcı hocamdan yıllardır şerhlerini dinlediğim Yunus Emre ve Niyazi Mısri’nin zihnimde biriken nutukları ile birlikte okuduğumu farkettim. Böylesi çağdaş düşünürleri tanıdıkça bizim irfani geleneğimizi dünya dillerine açmanın önemine bir kez daha ikna oluyorum. Öyle sanıyorum ki çağdaş filozoflar büyük bir emek çektikten sonra bizim irfani geleneğimizin ancak kıyılarına varabilecekler ve 21. Asır bu irfanın küresel kültüre daha çok mal olduğu, daha çok anlaşıldığı bir zaman dilimi olacak. Üzülerek söylüyorum ama bu kaynağa bir kez ulaştıklarında da bizim yakın tarihimizin mahalle kavgalarından, kendi tarihi ve...