Ana içeriğe atla

BOSNA-HERSEK; KİMLİK, KÜLTÜR VE SİYASET 1.

 

Milliyetçilik üzerine tezleriyle bilinen Anthony Smith’in kavramsallaştırması ile “etni” diyeceğimiz ulus öncesi aidiyetler olarak geleneksel dini kimliklerin modern birer ulusa dönüşmesi 20. Yüzyıl siyasi tarihine damgasını vurmuştur. Modern bir inşa olarak ulus batıda bir kez icat edildikten sonra modern dünyanın en önemli politik kimliği haline gelmişti. Uluslaşma süreci bağımsız siyasi bir merkezle birlikte geliştiğinde ulus devletler, ulusal kültürler ve kimlikler oluşurken  bu merkezin tarihsel koşullar içinde bir türlü doğamadığı ya da prematüre kaldığı/bırakıldığı deneyimler 20 yüzyılın temel çatışma alanlarını oluşturdu.

 

Boşnakların uluslaşma süreci bunun belirgin bir örneğini teşkil eder. Boşnaklar modernite ile Osmanlı idaresinin çözüldüğü dönemde karşılaştı. Osmanlı millet sistemi içinde hakim unsurun, Müslüman kimliğinin içinde sorunsuz bir şekilde varlığını devam ettiren Boşnaklar 19. yüzyılda imparatorluğun geleneksel politik-idari yapısının çözülmesi, kültürel ve politik anlamda ön ulusçuluk dönemini taşıyacak yerel elitin bir türlü oluşamaması-Hüseyin Kaptan Gradeşçeviç’in aslında Osmanlı otoritesine karşı değil Tanzimat reformlarına karşı geleneğin muhafazasını talep eden isyanı Ömer Paşa Latas tarafından sert bir biçimde bastırılmıştı- ardından Osmanlı İmparatorluğundan ayrılarak Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Krallık ve Sosyalist Yugoslavya dönemlerinde ise politik temsil imkanlarından yoksun kalması nedeniyle ancak kültürel bir azınlık olarak varlığını sürdürebildi ve 20. Yüzyılın sonuna kadar bir ulus kimliği kazanamadı.

 

İkinci dünya savaşı sırasında etnik temizliğe, krallık ve sosyalizm döneminde örtük bir asimilasyona maruz kalan Boşnak kimliğinin görünmez kılındığı bu tarihi dönemde, uluslaşma süreçlerini bir devlet idaresi ile birleştirebilen, Osmanlı geçmişini ve İslam’ı ötekileştiren hakim Sırp ve Hırvat ulusçulukları ve onların aşırı ve şiddet içeren Çetnik ve Ustaşa formları arasında sıkışan Boşnak kimliği çoğu zaman ya kendi kendini inkar ederek ya da Boşnak ve Hırvat kimliklerine yaslanan pragmatist ve esnek bir tavırla ancak ayakta kalabildi. Yugoslavya idaresinde Müslüman kimliğinin anayasal bir statü kazanması ancak 1974’te gerçekleşebildi. Bu dönemde dahi hukuki anlamda Müslüman dini –kültürel kimliği içinde ifade edilen Boşnaklar Sırplar ve Hırvatlar gibi bir ulusal kimlik olarak kabul görmediler. Formel hukuki zemin oluşmuş olsa dahi dini kültürel kimlikte çoğu zaman kendini ifade enstrümanları İslam birliği gibi taşıyıcı kurumların mülklerine el konulması, medrese ve mekteplerin kapatılması, askıya alınması, müdahaleye uğraması, dini pratiklerin baskılanması ve İslam birliği kadrolarının takibata uğraması ile yaralanarak etkisizleştirildi.

 

Etnik milliyetçilikler Sosyalist Yugoslavya’nın daha birleştirici ve sınıfsal kimliklerinin örtüsünün Tito’nun karizmatik liderliğinin ardından kalkması ile birlikte ani ve şiddetli bir yükseliş yaşadı. 80’lerde başlayan bu yükseliş 90’ların yeni dünya düzeninin av sahası Balkanların yeniden balkanizasyonu ile parçalı zayıf siyasi idarelere dönüşen yeni politik manzarasında 20. Yüzyılın en trajik izlerini bıraktı. Sosyal antropolog Ger Duijzings’e göre Balkanlardaki kimlik değişim süreçlerinin en önemli itici gücü şiddet ve varoluşsal güvenliktir. 92-95 savaşının zorlayıcı ortamı tarihsel bir kimlik olan ve Müslüman dini kültürel aidiyetini de dışlamayan Boşnak kimliğinin yeniden yükselişine şahit oldu. Yaklaşık bir asırlık bir gecikme ile küreselleşme çağında, AB’nin sınırlarının hemen yanıbaşında, politik olarak parçalanmış bir devlet yapısı içinde ve türlü ekonomik zorlukların eşliğinde Boşnak kimliği 30 yıla yakın bir zamandır bu varoluşsal güvenlik baskısı altında kendini inşa etmeye devam ediyor.


Devam edecek.

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YETERSİZ BAKİYE (ÖYKÜ)

Abi yetersiz bakiye diyor. Karşı taraf "ne diyor" diye sormuş olmalı telefonda. Yetersiz bakiye diyor abi. Sen ödedin değil mi geçen ayın borcunu. Abi ödedin de niye yetersiz diyor bu Allah aşkına. Sıradaki orta yaşlı hanım sabırsız. Bukleli saçlarına üfürüyor sıkıntıdan. Püf diyor. Bukle havalanıyor. Ablanın aceleden ziyade tahammülü yok gibi. Göz göze geliyorlar. Gözünü oyar adamın abla alimallah. Elinde kedi maması gözüne çarpıyor. Celal sırıtıyor en masum haliyle, abla kusura bakma hemen halledeceğim diyor. Celal'in rengi ruhsarı solmuş beti benzi atmış, alı al moru mor. Yer yarılsa içine girse. Dokunsan ağlayacak. Sinirden değil mahcubiyetten. İsmi Celal kendi pamuk. Kızdığını gören olmamıştır. Sinirleri alınmış mübarek. Hafif yanaklı, bembeyaz surat. Utanınca vücudunun bütün kanı yanaklara doluyor sanki. Bildiğin beş yaşında oğlan çocuğu. Oldu bitti utangaç Celal. Sosyal mobik mi fobik mi ondan işte. Komşunun kızı Yasemin öyle diyor. Yasemin fingirdeğin önde gideni...
Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Modern Dünya Sistemi’nin en önemli çevre unsurlarından biri olarak Latin Amerika’dan hakim kalkınma paradigmasına yönelik eleştiriler esaslı bir yekûn tutuyor. Şilili Manfred Max Neef’in, Meksikalı Gustava Esteva’nın, Kolombiyalı Arturo Escobar’ın ve makaleyi de kaleme alan Arjantinli Maristella Svampa’nın katkılarıyla ilerleyen bu eleştirel literatür hakkında bilgilendirici bir makale. Umarım faydalı olur.   Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Latin Amerika’da hakim kalkınma nosyonuna yönelik eleştirel yaklaşımlar Roma Kulübü’nün [1] 1972’de yayımladığı “Büyümenin Sınırları” raporuna kadar gider. Bu eleştiriler sürdürülebilir kalkınmadan emtia öncülerinin yayılmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede çağdaş bir içeriğe sahiptir. Latin Amerika düşüncesindeki üç kilit meseleyi şöyle sıralayabiliriz:   1.       Tüketim toplumu eleştirisi (70-80 ler) 2.       Post kalkınmacı eleştiriler (90’...
  Han'ı irfanla okumak... Byung Chul Han çağdaş bir düşünür, 1959 doğumlu. Güney Kore asıllı, metalürji okuduktan sonra Almanya’ya göç etmiş. Berlin Üniversitesi’nde Kültür teorisi, sanat, estetik dersleri veren bir profesör. Bugünlerde “Güzeli Kurtarmak” isimli hacim olarak ince ama derinliği olan kitabını lezzetli bir tercüme ile azar azar okuyorum. Han’ın kitabını Mustafa Tatcı hocamdan yıllardır şerhlerini dinlediğim Yunus Emre ve Niyazi Mısri’nin zihnimde biriken nutukları ile birlikte okuduğumu farkettim. Böylesi çağdaş düşünürleri tanıdıkça bizim irfani geleneğimizi dünya dillerine açmanın önemine bir kez daha ikna oluyorum. Öyle sanıyorum ki çağdaş filozoflar büyük bir emek çektikten sonra bizim irfani geleneğimizin ancak kıyılarına varabilecekler ve 21. Asır bu irfanın küresel kültüre daha çok mal olduğu, daha çok anlaşıldığı bir zaman dilimi olacak. Üzülerek söylüyorum ama bu kaynağa bir kez ulaştıklarında da bizim yakın tarihimizin mahalle kavgalarından, kendi tarihi ve...