Ana içeriğe atla

Mini Öykü; İç Güveysi İzdivaç



Her şeyden önce güce aşığız. Kuvveti, kudreti her şeyden çok seviyoruz. Bu yüzden sahası ne olursa olsun azıcık mürekkep yalayan okuryazarlarımızın ilk işi siyaset hakkında ahkâm kesmek. Aslında şunu diyoruz siyaseti de en iyi ben bilir ben yönetirim. Çünkü en zeki, maharetli, bilge olan benim o yüzden bu kudret eli benim emrimde olmalı. Hepimiz siyasete en sadık, en siyasetçi, siyasetlü, derin siyaset ve tarih bilgisi ile donanmış, dünyayı, ekonomiyi, uluslararası ilişkileri, sosyolojiyi, ticareti, kültürü çok iyi bilenleriz. Derin ve hazık hekimler gibi arzı siyasi anatomi tezgahında kesip biçiyoruz. Kolu bacağı uzuvları yetmiyor, içine dahil olmak istiyoruz. Damarlarında akan kanı, beyninin kıvrımlarını ele geçirmenin varsa eğer devlet siyaset ruhu diye bir şey onu da üç seansta kendimize ram ettirmenin peşindeyiz.
Oysa yazık ki siyaset babamızın tüm babalarımız gibi evde pek sözü pek geçmiyor artık. Yaşlandı. Aile de çoğu zaman en son duyan, cefakar, fedakar tüm babalar gibi. Zira o da hepimiz gibi mahluk, kul. Zira siyaset de görünen boyutu ile tarihsel bir olgu. Zamanın emrinde onun hükümlerine tabi. Dünya işleri dünya kaidesi ile deyip duruyoruz. Siyaset bilgisi de dünyevi bir bilgi. Tüccar, çiftçi, asker, bürokrat adı ne olursa olsun malzemesi insan. İnsan dediğimiz şey ise kırk kat, çeşit çeşit. Her rengi, düşüncesi, menfaati var. Her biri küçük birer kral, ağa, derebey, tanrı ve tanrıça olmak isteyen kendini evrenin merkezinde gören zerrecikler. İnsan değişince siyaset de değişiyor.
1980 sonrası dünyayı piyasa dediğimiz bir afeti devran yönetiyor. Lakin farkında değiliz, hala siyaseti muktedir sanıyoruz. Piyasa bir yönüyle gizemli, metafizik, mitsel bir varlık. Hava gibi her şeyi kuşatan ciğerlerimizde dolaşan ama göremediğimiz, ele avuca sığmayan bir peri. Siyaset piyasa ile izdivaç etti davulla zurna ile dünya aleme duyurarak dünya evine girdi. Ama yazık ki iç güveysi oldu, piyasanın evine taşınıverdi. Patron babasının nazlı kızı piyasa ne derse evde o oluyor. Eve bir iğne alınacak olsa nereden, kaça, ne kadar alınacağına piyasa karar veriyor. İç güveysi damat siyaset de çaresiz boynunu büküp tamam minik kuşum sen ne dersen o yeter ki çatma kaşlarını, evimizin düzeni bozulmasın diyor. Bu piyasa 90’lardan sonra hızla yeryüzündeki tüm bağ, bahçe, apartman ne kadar emlak varsa kendi üzerine geçirdi siyasetin ruhu bile duymadı. Bir de afili bir isim buldu buna; küreselleşme.
Küresel piyasalar dediğimiz bu yed-i kudret sadık havarileri ekonomistler, analistler, uzmanlar üzerinden tasarruf edip duruyor. Her geçen gün iyice göğe çekilip görünmez oluyor. Banka denilen mabedleri, bankacılık ve finans işlemleri denilen günlük ayinleri için herhangi bir mekana, fiziki bir ortama ihtiyacı yok. Her geçen gün kudreti, tasarrufu artıyor, mekana ve zamana hükmediyor. Dünyayı avucunun içinde çeviriyor. Bir tıkla yönetiyor. Kirpiklerinin ok ok olmuş temreni canlar yakıyor, kan döküyor, savaşlar çıkarıyor, ülkeler yıkıyor, saçlarının rüzgarında salgın hastalıklarla milyonlar kırılıyor, ol deyince oluyor, olduruyor.
Siyasetin evde baba gibi baba olduğu, sözünün geçtiği, kaşını kaldırması ile, dik dik bakması ile akan suların durduğu dönemde siyaset babaya sırtını dayayan, onun en uslu, bir dediğini iki etmeyen oğulları olarak aydınlar yeni döneme uyum sağlamakta zorlanıyor. Yeni dönemde piyasa ana ile iyi geçinmeleri gerektiğini güçlü feraseti ve sezgileri ile bilenler yeni duruma göre pozisyon alıyor, azcık inatçı, kalın kafalı olanlar ise hala gariban baba ile uğraşıp duruyor. Siyaset baba ahir ömründe kenarda bağ bahçe işleriyle meşgul olmak, sessiz sakin bir ömür sürmek istedikçe kendi başına bir iş beceremeyen kifayetsiz muhteris okur yazar oğullar rahatını bozuyor.
Ey oğul insanı yaşat ki siyaset? yaşasın demiş ulular. Siyaset artık sükunet istiyor. O nedenle piyasa ana ile arayı iyi tutmalı ki insan da siyaset baba da huzurlu bir dem sürsün bu fanide…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YETERSİZ BAKİYE (ÖYKÜ)

Abi yetersiz bakiye diyor. Karşı taraf "ne diyor" diye sormuş olmalı telefonda. Yetersiz bakiye diyor abi. Sen ödedin değil mi geçen ayın borcunu. Abi ödedin de niye yetersiz diyor bu Allah aşkına. Sıradaki orta yaşlı hanım sabırsız. Bukleli saçlarına üfürüyor sıkıntıdan. Püf diyor. Bukle havalanıyor. Ablanın aceleden ziyade tahammülü yok gibi. Göz göze geliyorlar. Gözünü oyar adamın abla alimallah. Elinde kedi maması gözüne çarpıyor. Celal sırıtıyor en masum haliyle, abla kusura bakma hemen halledeceğim diyor. Celal'in rengi ruhsarı solmuş beti benzi atmış, alı al moru mor. Yer yarılsa içine girse. Dokunsan ağlayacak. Sinirden değil mahcubiyetten. İsmi Celal kendi pamuk. Kızdığını gören olmamıştır. Sinirleri alınmış mübarek. Hafif yanaklı, bembeyaz surat. Utanınca vücudunun bütün kanı yanaklara doluyor sanki. Bildiğin beş yaşında oğlan çocuğu. Oldu bitti utangaç Celal. Sosyal mobik mi fobik mi ondan işte. Komşunun kızı Yasemin öyle diyor. Yasemin fingirdeğin önde gideni...
Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Modern Dünya Sistemi’nin en önemli çevre unsurlarından biri olarak Latin Amerika’dan hakim kalkınma paradigmasına yönelik eleştiriler esaslı bir yekûn tutuyor. Şilili Manfred Max Neef’in, Meksikalı Gustava Esteva’nın, Kolombiyalı Arturo Escobar’ın ve makaleyi de kaleme alan Arjantinli Maristella Svampa’nın katkılarıyla ilerleyen bu eleştirel literatür hakkında bilgilendirici bir makale. Umarım faydalı olur.   Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Latin Amerika’da hakim kalkınma nosyonuna yönelik eleştirel yaklaşımlar Roma Kulübü’nün [1] 1972’de yayımladığı “Büyümenin Sınırları” raporuna kadar gider. Bu eleştiriler sürdürülebilir kalkınmadan emtia öncülerinin yayılmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede çağdaş bir içeriğe sahiptir. Latin Amerika düşüncesindeki üç kilit meseleyi şöyle sıralayabiliriz:   1.       Tüketim toplumu eleştirisi (70-80 ler) 2.       Post kalkınmacı eleştiriler (90’...
  Han'ı irfanla okumak... Byung Chul Han çağdaş bir düşünür, 1959 doğumlu. Güney Kore asıllı, metalürji okuduktan sonra Almanya’ya göç etmiş. Berlin Üniversitesi’nde Kültür teorisi, sanat, estetik dersleri veren bir profesör. Bugünlerde “Güzeli Kurtarmak” isimli hacim olarak ince ama derinliği olan kitabını lezzetli bir tercüme ile azar azar okuyorum. Han’ın kitabını Mustafa Tatcı hocamdan yıllardır şerhlerini dinlediğim Yunus Emre ve Niyazi Mısri’nin zihnimde biriken nutukları ile birlikte okuduğumu farkettim. Böylesi çağdaş düşünürleri tanıdıkça bizim irfani geleneğimizi dünya dillerine açmanın önemine bir kez daha ikna oluyorum. Öyle sanıyorum ki çağdaş filozoflar büyük bir emek çektikten sonra bizim irfani geleneğimizin ancak kıyılarına varabilecekler ve 21. Asır bu irfanın küresel kültüre daha çok mal olduğu, daha çok anlaşıldığı bir zaman dilimi olacak. Üzülerek söylüyorum ama bu kaynağa bir kez ulaştıklarında da bizim yakın tarihimizin mahalle kavgalarından, kendi tarihi ve...