Ana içeriğe atla

MANEVİ REHBER (Öykü)


                                                                            (After Life'a ve bütün iflah olmaz aşıklara)
El çek tabib el çek yarem üstünden
Sen benim derdimi bilebilmezsin
Yarem yürektendir yoktur ilacın
Sen benim yaremi sarabilmezsin.



Orkunlara gittik geçen gece. Masayı hazırlamış bir kuş sütü eksik. Humusundan babaganuşuna. Sevdiğim ne varsa masada. Arkadaş dediğin böyle olur. Kral adam bizim Orkun. Sevabın da günahın da gizlisi makbul. Ulu orta yaptığın biraz da el alem görsün diye, nispet de var işin içinde. Tadı kaçar. Biz böyle Orkun’la muhabbetin dibine vurmuşken aniden kapı çaldı, Akansel gelmiş. Orkun’un şirketten eski arkadaşı. Sıkıldı bıraktı gümrük işlerini, farklı bir güç hissediyormuş içinde bir yerlerde, kurslara gitti, üç beş kitap okudu duyduk yaşam koçu olmuş. Yakışır Akansel'e, zaten koç gibi adamdır. Bir oturuşta yarım kuzuyu yer. Neyse masa zengin biz de doyduk sayılır. Korkmaya gerek yok. Mecbur davet ettik içeri. Vay benden habersiz sizi gidi köfteler diye saydırdı. Teklifsiz oturdu başköşeye on dakikaya masada ne var ne yok temizledi, mübarek çöpçü balığı. Eli de boş gelmiş, insan gelirken şöyle iki kilo iyisinden üzüm alır tam mevsimi yemeğin üzerine yerdik tatlı niyetine. Neyse ben kalktım çayı koydum. Bizimki aldı sazı eline, şimdi manevi rehber olmuş. Zaten ezelden çene düşük. Ondan duyduğunu buna senden duyduğunu unutur yine sana satar. O ne diye soruyor bizim Orkun. Oğlum baktım böyle koçluk falan dedin mi bizim memlekette insanlar soğuk duruyor işin içine maneviyat, ahlak katmadan olmayacak. Biz de bu işe girdik. Salgındı, karantinaydı bize yaradı. Hem millet daraldı evde karıyla geçinemeyen, işte patronla arası bozulan, kırk yaş bunalımları derken bize ekmek çıktı. Ben de aldım sertifikayı astım duvara şimdi paraya para demiyorum. Akanselin sakal bıyık yerinde bir de şekil yapmış yuvarlak kemik çerçeveli gözlük, yelek, şal derken biraz Freud biraz ilahiyat hocası ama daha çok peşin satan esnaf…
Orkun safım benim ağzını ayırmış dinliyor. Sanırsın Sokrates talebelerine, İsa Peygamber havarilerine konuşuyor. Akansel aktıkça akıyor, Tanrıdan giriyor psikopatolojiden çıkıyor, Hazreti Mevlana diyor sonra kaptırıyor Hazreti Jung diyor arada. Niçeden, tasavvuftan, spiritüalizmden, astrolojiden, Uzakdoğu bilgeliğinden ortaya karışık. Akanselin sofrası bizim sofradan zengin, dünya mutfağı ne ararsan var içinde. Hayatın anlamını bulduk bulacağız.
Orkun hala pür dikkat. Oğlana mukayyet olmalı. Son zamanlarda az biraz dengesiz oldu zira. Ani çıkışları falan oluyor. Orkun’um geçtiğimiz yıl karısını kaybetti. Figenciğim gidince çoluk yok çocuk da yok yapayalnız kaldı çocuk. Figen benim teyze kızı. Bunların arasını da ben yapmıştım. Benim pilavcıda kurdum tezgahı. Ben bu ikisini kafamda uydurdum ya bir kere, imkanı yok bir araya getireceğim. Günlerce düşündüm sonra bir gün tereyağından kıl çeker gibi uyguladım. Düşündüğümden de kolay oldu. Figen’e Kasımpaşa’ya inerken bize uğra anamdan haşlanmış nohutları al gel, Orkun’a da geçerken arabanın arkasına iki koli ayran atıver bizim dükkana bırak sevabına dedim. İkindiye gittim deyip yarım saatte geç gelince bunlar dükkanda beni beklemiş, bizim çırak da sağolsun beklerken boş durmayın pilav yiyin diye iki tabak pilavı önlerine koyuvermiş. Bizimkiler nohutlu pilava kaşık sallarken göz göze gelmişler. Figen öyle dillere destan güzel değil ama sıcacık bakar elimde büyüdü, altın kalpli, kalbi gözlerinden bakıyor. Orkun da tam onun dengi. Pırlanta bildiğin. Hilesiz hurdasız adam bu devirde zor bulunur. Neyse bunlar benim pilava fena dadandı. Haftada bir geliyorlar uzun uzun pilav yiyorlar. Ben ortadan kaybolayım diye ara ara yağ bitti, tuz bitti gidip alayım diyorum mesela, Orkun safım yine anlamıyor ben alırım abi sen dur diyor. Yok oğlum siz pilavınızı yiyin ben iki dakikaya alır gelirim diyorum, ısrar ediyor, dünyada olmaz abi araba boşuna mı duruyor kapının önünde diyor, oğlum boşuna mazot yakma ben on dakika yürüyeyim, otur otur göbeğim oldu pilav gibi kırk kat. Anlamıyor, abi benim araba tüplü şurdan şuraya yakacağı ne, ölümü gör diye uzatıyor Orkun. Orkun böyledir saflıkta sınır tanımaz. En sonunda çare yok otur oğlum oturduğun yerde sen bilmezsin bizim yağı diye çıkışınca biraz bozuluyor ama pes ediyor. Sonra gel zaman git zaman bunlar dünya evine girince bir gün yine böyle tatlı bir anımızda anlatıyorum benim organize işleri. Abi sen ne düzenbaz adammışsın, pilavcı değil bildiğin pilancıymışsın sen diyor. Şeytanın aklına gelmez bunlar. Sonra bir sarıldı bana sımsıkı, kardeşim benim dedi, yav sen bana dünyanın en büyük iyiliğini yaptın sen olmasan Figen’imi nerden bulurdum hadi buldum karşısına nasıl çıkardım, hadi çıktım nasıl açılırdım. Gözleri dolu dolu.
Mutlu günler kısa olur. Güneşi hemen sararır. Figen’in ani gidişini atlatamadı Orkun. Bizim yumuşacık poğaça gibi adam gitti öfkeli herşeye parlayan bir adam geldi. Bir kere talih sırtını göstermesin. Adamın tüm zarları kırık gelir. Amorti bile vurmaz, bütün yarışlar yatar. Şans senin mahalleye uğramaz olur. Bakmayın tüm kaybedenler birbirine benzer üç aşağı beş yukarı. Bizimki de yalnızlaştı, eşi dostu zaten azdı hepten kimsesiz kaldı. Ara ara uğramazsam kimse kapısını çalmaz oldu. Oğlum ölenle ölünmez senin kadar olmasak da hepimiz üzgünüz hepimiz yaralı dediysem de kar etmedi. Kızgınlığı, kırgınlığı büyüdükçe büyüdü, sonunda rayında yolunda yokuşunda giden ne varsa hepsine düşman oldu Orkun. Güneş niye doğuyor, batıyor, bak sen şu sonbahara, kışa yine tam zamanında geldi diye günlere mevsimlere kızar oldu. Elinde pazar market poşeti birilerini görse bu zıkkımlanma derdi ne zaman bitecek, karın doyurmaya yaşıyoruz bu hayatı diye kızar, sabah işe gidenleri görse nedir bunca adamın derdi boğaz tokluğuna bir ay koştur, sonra al maaşı faturalara, kiraya, krediye, markete say sonra bir sonraki maaşı bekle, gönüllü köleliğine nasıl da hırsla koşuyorlar diye kızar, üniversiteye giden gençlere rastlasa okuyun okuyun hepiniz alim olacaksınız sanki işsizler ordusuna diplomalı nefer lazım diye gençlere kızar birbirine sarılmış iki sevgili görse bak bu da numaradan, gerçek aşk mı kaldı bu zamanda sanki, hepsi gününü gün etme derdinde, altı aya geçer diye aşıklara kızar. Orkun’dan nasibini almayan yok. Ben hariç, bir bana tahammülü var. Bir bana katlanıyor, kızsa da sesini çıkarmıyor.
Akansel maneviyat, anlam diye seller gibi akıyor karşımızda, çerçöp önüne kattığını götürüyor. Bir yandan masada kalanları süpürüyor bir yandan anlatıyor. Orkun’un durumu da duymuş her halde. Bedavadan yemeyelim iki manevi rehberlik yapalım da yediğimizi hak edelim diye düşündü herhal. Kader diyor, evrenin seninle ilgili bir planı var diyor. Evren senin olgunlaşmanı istiyor. Acılarla pişmeni istiyor. Az pişmiş köftelerden birini atıyor ağzına, parmaklarını peçeteye siliyor. Bak başımıza gelenlerin hiç biri sebepsiz değil. Niyetlerimizle, içimizden geçirdiklerimizle, hayallerimiz, düşüncelerimizle hatta kelimelerimizle biz davet ediyoruz kaderimizi. Karşımıza çıkıp duran ne varsa aslında bizim evrenin aynasına tuttuklarımızdan ibaret diyor. Babaganuş tabağını ekmeğiyle sıyırıyor siliyor, ayna gibi, pırıl pırıl. İçimden bizim oğlanın damarına basmasa diye geçiriyorum zaten öfke sorunu var aniden patlarsa yazık olur masaya. Akansel’in durası yok. Yağdıkça yağıyor, Herşeye, özellikle değişime açık olmalıyız. Hayatın tam orta yerinde açık anlaşılır bir şekilde durmalı ve tüm olaylara mutlak bir uyumla kendimizi bırakabilmeliyiz. Değişemeyen, dönüşemeyen kaybetmeye mahkum diyor. İnsan zaten nedir ki, bağlardan ve uyumdan ibaret. Bütünü içimizde hissetmeliyiz. Denizdeki dalga gibi. Sana küstüm ben kabarmayacağım diyen dalga gördün mü hiç. Biz de öyle evrenin içinde akıp gideceğiz işte, küsmeye bozulmaya hakkımız yok diyor. Vallahi olmuş bu Akansel. Laflar o biçim alıntılar, bağlantılar. Susmalar, vurgular, bakışlar. Eller kollar. Orkun ipnotize olmuş gibi izliyor. Etkilendi herhalde. Hadi hayırlısı. Böyle bir iki sofra daha kurarsak Orkun’da öfke kızma kalmaz, hayata bağlarız bu oğlanı. Hay ağzın bal yesin Akansel. Sen ne faydalı bir insanmışsın kurban olduğum. Bundan sonra maddi manevi rehberim sensin. Sana sormadan tuvalete gitmem yeminlen.
Orkun duruyor bir şey söyleyecek gibi bakıyor. Diyecek diyemiyor. Tıkandı çocuk zahir. Yutkunuyor. Aniden gözlükler kemik mi diye soruyor. Ben daha fazla tutamıyorum kendimi basıyorum kahkahayı. Akansel akmaz oluyor. Kıpkırmızı, ben nerdeyim Orkun sen neredesin der gibi bakıyor. Bütün o rehber karizması dağılıyor aniden. Sel gidiyor, geriye bizim alnı açık göbekli Akansel kalıyor. Orkun ya abi kusura bakma ben dediklerinin hepsini kaçırdım böyle kemik yuvarlak gözlüklerden bizim rahmetli de çok hoşlanırdı, doğum günümde alayım sana diyordu son zamanlarında nasip olmadı. Ondan dalmışım öyle çerçevelere. Ama evren diyordun abi uyum diyordun. Ne olur sen bana bakma devam ediver dedi. Baktım ortam gergin masa fena dağıldı toplayayım diye ayağı kalktım kahve yapayım nasıl içersiniz dedim, hem Akansel falımıza da bakar deyince iyice tüyü de dikmiş oldum galiba. Akansel ağlamaklı gözlerle baktı faldan anlamam ama şekerli alayım diyebildi. İyi o zaman fallara da ben bakayım dedim. Neyse halimiz çıksın falımız. İyi mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YETERSİZ BAKİYE (ÖYKÜ)

Abi yetersiz bakiye diyor. Karşı taraf "ne diyor" diye sormuş olmalı telefonda. Yetersiz bakiye diyor abi. Sen ödedin değil mi geçen ayın borcunu. Abi ödedin de niye yetersiz diyor bu Allah aşkına. Sıradaki orta yaşlı hanım sabırsız. Bukleli saçlarına üfürüyor sıkıntıdan. Püf diyor. Bukle havalanıyor. Ablanın aceleden ziyade tahammülü yok gibi. Göz göze geliyorlar. Gözünü oyar adamın abla alimallah. Elinde kedi maması gözüne çarpıyor. Celal sırıtıyor en masum haliyle, abla kusura bakma hemen halledeceğim diyor. Celal'in rengi ruhsarı solmuş beti benzi atmış, alı al moru mor. Yer yarılsa içine girse. Dokunsan ağlayacak. Sinirden değil mahcubiyetten. İsmi Celal kendi pamuk. Kızdığını gören olmamıştır. Sinirleri alınmış mübarek. Hafif yanaklı, bembeyaz surat. Utanınca vücudunun bütün kanı yanaklara doluyor sanki. Bildiğin beş yaşında oğlan çocuğu. Oldu bitti utangaç Celal. Sosyal mobik mi fobik mi ondan işte. Komşunun kızı Yasemin öyle diyor. Yasemin fingirdeğin önde gideni...
Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Modern Dünya Sistemi’nin en önemli çevre unsurlarından biri olarak Latin Amerika’dan hakim kalkınma paradigmasına yönelik eleştiriler esaslı bir yekûn tutuyor. Şilili Manfred Max Neef’in, Meksikalı Gustava Esteva’nın, Kolombiyalı Arturo Escobar’ın ve makaleyi de kaleme alan Arjantinli Maristella Svampa’nın katkılarıyla ilerleyen bu eleştirel literatür hakkında bilgilendirici bir makale. Umarım faydalı olur.   Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Latin Amerika’da hakim kalkınma nosyonuna yönelik eleştirel yaklaşımlar Roma Kulübü’nün [1] 1972’de yayımladığı “Büyümenin Sınırları” raporuna kadar gider. Bu eleştiriler sürdürülebilir kalkınmadan emtia öncülerinin yayılmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede çağdaş bir içeriğe sahiptir. Latin Amerika düşüncesindeki üç kilit meseleyi şöyle sıralayabiliriz:   1.       Tüketim toplumu eleştirisi (70-80 ler) 2.       Post kalkınmacı eleştiriler (90’...
  Han'ı irfanla okumak... Byung Chul Han çağdaş bir düşünür, 1959 doğumlu. Güney Kore asıllı, metalürji okuduktan sonra Almanya’ya göç etmiş. Berlin Üniversitesi’nde Kültür teorisi, sanat, estetik dersleri veren bir profesör. Bugünlerde “Güzeli Kurtarmak” isimli hacim olarak ince ama derinliği olan kitabını lezzetli bir tercüme ile azar azar okuyorum. Han’ın kitabını Mustafa Tatcı hocamdan yıllardır şerhlerini dinlediğim Yunus Emre ve Niyazi Mısri’nin zihnimde biriken nutukları ile birlikte okuduğumu farkettim. Böylesi çağdaş düşünürleri tanıdıkça bizim irfani geleneğimizi dünya dillerine açmanın önemine bir kez daha ikna oluyorum. Öyle sanıyorum ki çağdaş filozoflar büyük bir emek çektikten sonra bizim irfani geleneğimizin ancak kıyılarına varabilecekler ve 21. Asır bu irfanın küresel kültüre daha çok mal olduğu, daha çok anlaşıldığı bir zaman dilimi olacak. Üzülerek söylüyorum ama bu kaynağa bir kez ulaştıklarında da bizim yakın tarihimizin mahalle kavgalarından, kendi tarihi ve...