Ana içeriğe atla

"Tarafsız" Medya, Yahudanın Öpücüğü




Bunca bilginin, enformasyonun, görüntünün arasında az söylemek, sözü yetki ve bilgi sahiplerine bırakmak, görevini en iyi şekilde yaparak onlara yardımcı olmak en doğrusu olsa da bu günlere bir kayıt düşmek adına yazmadan edemedim.

İsmet Özel “of not being a jew” şiirinin son mısralarında sorar “Yahuda değilsem de bende yahudilikte mi yok” diye. “Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan…”

Gazze’ye Yahudanın öpücüklerini yolluyor insanlık. Yahudinin bombaları kadar tahripkar Yahudanın dost görünen hain öpücüğü. Bunca kanın aktığı bir dünyada şiire, kelimeye yer yok. Ama çıplak bir hakikate de en çok şiirin kelimeleriyle yaklaşabiliyor insan. Bu toz dumanın, sisin, fırtınanın içinde şiirin, vicdanın kelimelerin deniz feneri yol gösteriyor.

Merhum Teoman Duralı şairin örttüğü hakikati soğukkanlı filozof lisanıyla aralıyordu. “Küreselleştirilen İngiliz-Yahudi Medeniyeti” derken. Her insan tohumunun dil, millet ayırmaksızın küresel kültürün yahudileştiren toprağına ekilip durulduğu bir dünyada “Gazzeli” olmanın derin sembolik manasına dair düşünmeli bu günlerde.

Yahudilik bir etnik- dini kimlik olmanın ötesinde “ben” merkezli bir varolma biçimi. Başkalarını cehenneme, kendini cennete layık gören, başkalarının cehenneminden, cesetlerinden, kemiklerinden kendisine bir cennet yaratabileceğini düşünen bir oluş. Etrafını demirle, barutla ördükce korkusu, endişesi artan emin olamadığı için kendini bir türlü emniyette hissedemeyen bir bilinç. Yahudi tanrısı da öyle. Evlatlarını ayıran bir baba gibi. Kendi çocuklarını yiyen bir anne. Dünyanın tüm bencilleri gibi, kesin inançlıları gibi. Kendini hak ötekini yok gören. Kardeşinin malına tamah eden, komşusunun tarlasına çöken, arkadaşının hisselerine konan, son vapura kendisi binip iskeleyi yıkan… Dalavereci, amaca giden her yolu mubah gören. Üç kuruşluk dünya menfaati için hatır gönül yıkan, kan döken. İçimizdeki o yahudi aslında dışardaki tüm yahudiler gibi.

Yahudi zihni Gazze ahalisini önce kurduğu zehirli bir dille katlediyor. Firavun’un sihirbazları gibi hakikati, bilgiyi, kelimeleri eğip büküyor, tüm insanlığı efsunluyor, olup durana şaşı baktırıyor. Önce yarattığı ilüzyon dünyasının içinde öldürülenlerin insan olduğunu unutturuyor. Hepimizden bu büyük yalana inanmamızı bekliyor. Demonize ediyor. Canavarlaştırıyor. Filistin’i tarihsizleştiriyor. Dünyanın en zengin diline sahip bir halkı dilsizleştiriyor. Dünyanın en güzel seslerini duyuran bir coğrafyanın sesine tüm dünyayı sağırlaştırıyor. Tüm büyük zalimler gibi kendisinden başkasını görmüyor, kendi sesinden başkası duyulsun istemiyor. Tüm soykırımcılar, tüm büyük katiller gibi kendi tanrısının en büyük olduğunu düşünüyor, tanrıyı kendisi kadar merhametsiz sanıyor, kendi hakikatini en doğru görüyor, aslında kendi benini tanrılaştırıp duruyor. Musa’nın evlatlarını yoldan çıkarıyor, çölde yollarını kaybettiriyor sonunda firavuna teslim ediyor.

Medyanın sihirli efsunlu dili ile hakikati görünmez kılan bu toz dumanın içinde adaletin uzağına düşenler Yusuf’u kuyuya atmaya onu kurtlar yedi yalanını söylemeye çoktan hazır.

Peyki gözü yaşlı Yakup’un sesini kim duyacak. Ona Yusuf’un, hakikatin kokusunu kim duyuracak. Tüm hesapların üstünde altında, geriye Türkiye kalıyor. Türkiye dünyanın vicdanı. Anadolu insanlığın imkanı. Hakikat Yusuf’unu kuyudan çıkaracak, Yahudi olmamanın ihtimalini dünyaya duyurabilecek, Musa’nın hakikatli evlatlarını da Firavun’un eline bırakmayacak. Barışın, refahın, birlikte doyabilmenin mümkün olduğunu gösterebilecek bir imkan. Allah ön adamlarımıza basiret feraset versin. Dünyanın herkes için daha yaşanabilir bir yer olabilmesi için mücadele edebilecek kudret ve azim…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YETERSİZ BAKİYE (ÖYKÜ)

Abi yetersiz bakiye diyor. Karşı taraf "ne diyor" diye sormuş olmalı telefonda. Yetersiz bakiye diyor abi. Sen ödedin değil mi geçen ayın borcunu. Abi ödedin de niye yetersiz diyor bu Allah aşkına. Sıradaki orta yaşlı hanım sabırsız. Bukleli saçlarına üfürüyor sıkıntıdan. Püf diyor. Bukle havalanıyor. Ablanın aceleden ziyade tahammülü yok gibi. Göz göze geliyorlar. Gözünü oyar adamın abla alimallah. Elinde kedi maması gözüne çarpıyor. Celal sırıtıyor en masum haliyle, abla kusura bakma hemen halledeceğim diyor. Celal'in rengi ruhsarı solmuş beti benzi atmış, alı al moru mor. Yer yarılsa içine girse. Dokunsan ağlayacak. Sinirden değil mahcubiyetten. İsmi Celal kendi pamuk. Kızdığını gören olmamıştır. Sinirleri alınmış mübarek. Hafif yanaklı, bembeyaz surat. Utanınca vücudunun bütün kanı yanaklara doluyor sanki. Bildiğin beş yaşında oğlan çocuğu. Oldu bitti utangaç Celal. Sosyal mobik mi fobik mi ondan işte. Komşunun kızı Yasemin öyle diyor. Yasemin fingirdeğin önde gideni...
Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Modern Dünya Sistemi’nin en önemli çevre unsurlarından biri olarak Latin Amerika’dan hakim kalkınma paradigmasına yönelik eleştiriler esaslı bir yekûn tutuyor. Şilili Manfred Max Neef’in, Meksikalı Gustava Esteva’nın, Kolombiyalı Arturo Escobar’ın ve makaleyi de kaleme alan Arjantinli Maristella Svampa’nın katkılarıyla ilerleyen bu eleştirel literatür hakkında bilgilendirici bir makale. Umarım faydalı olur.   Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Latin Amerika’da hakim kalkınma nosyonuna yönelik eleştirel yaklaşımlar Roma Kulübü’nün [1] 1972’de yayımladığı “Büyümenin Sınırları” raporuna kadar gider. Bu eleştiriler sürdürülebilir kalkınmadan emtia öncülerinin yayılmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede çağdaş bir içeriğe sahiptir. Latin Amerika düşüncesindeki üç kilit meseleyi şöyle sıralayabiliriz:   1.       Tüketim toplumu eleştirisi (70-80 ler) 2.       Post kalkınmacı eleştiriler (90’...
  Han'ı irfanla okumak... Byung Chul Han çağdaş bir düşünür, 1959 doğumlu. Güney Kore asıllı, metalürji okuduktan sonra Almanya’ya göç etmiş. Berlin Üniversitesi’nde Kültür teorisi, sanat, estetik dersleri veren bir profesör. Bugünlerde “Güzeli Kurtarmak” isimli hacim olarak ince ama derinliği olan kitabını lezzetli bir tercüme ile azar azar okuyorum. Han’ın kitabını Mustafa Tatcı hocamdan yıllardır şerhlerini dinlediğim Yunus Emre ve Niyazi Mısri’nin zihnimde biriken nutukları ile birlikte okuduğumu farkettim. Böylesi çağdaş düşünürleri tanıdıkça bizim irfani geleneğimizi dünya dillerine açmanın önemine bir kez daha ikna oluyorum. Öyle sanıyorum ki çağdaş filozoflar büyük bir emek çektikten sonra bizim irfani geleneğimizin ancak kıyılarına varabilecekler ve 21. Asır bu irfanın küresel kültüre daha çok mal olduğu, daha çok anlaşıldığı bir zaman dilimi olacak. Üzülerek söylüyorum ama bu kaynağa bir kez ulaştıklarında da bizim yakın tarihimizin mahalle kavgalarından, kendi tarihi ve...