Ana içeriğe atla

Kıssadan Hisse. Firavunun Sihirbazları ve Dünya Sistemi

 



·       “Sihirbazlar işlerini aralarında tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular.”

·       Firavunun sihirbazları ile Musa peygamberin karşılaşması. Firavun bütün hile vasıtalarını toplayıp gelir. Düz ve geniş bir ovada; bayram günü insanların kalabalık oldukları kuşluk vaktinde.

 

Dün de bugün de, tarih boyunca gücün en önemli kaynağı bilgi olageldi. Bilgi. Neyin bilgi olup olmadığına, önemli-önemsiz, değerli-değersiz bilginin hangisi olduğuna karar veren merkeze güç dendi. Güç bilgiye karar verdi, bilgi de gücü güçlendirdi. Siyaset felsefesi ve onun bir uzantısı olarak uluslararası ilişkiler hep bu “güç”ü anlamanın peşindedir. Türlü filozoflar türlü teorilerle bize sesleri ulaşan en kadim bilgelerden günümüze dönüp dönüp bu sihirli kavramın anlamını araştırdı. Bana öyle geliyor ki “geçerli bilgi”yi kaynakları, biçimleri ve vasatları ile incelersek gücün o tarihsel an içindeki yapılanmasına dair de bir fikrimiz olabilir. Akademik, politik, ekonomik, popüler, medyatik adına ne derseniz deyin bilgi aynı güç merkezinin tercihleri ile şekilleniyor. Gücün merkezi, bilgi üzerindeki tahakkümünü çeşitli mekanizmalarla uyguluyor, görünür kılıyor. Bilgi döneme has teknolojileri ile gündelik hayatımıza, ilişkilerimize, içimize, daha derinimize geçiyor. Güç kendinden sadır olan etkilerini görerek varoluyor , pekişiyor ve kendini sürdürülebilir kılıyor.

O yüzden bir güç merkezi metaforu olarak Firavun’un gücü elinde tutmak için sihirbazları yani dönemin "sınırlı", "mutaassıp" bilgi üreticilerini kontrol altında tuttuğunu görüyoruz meşhur kıssada. Her sihirbaz aslında bilginin bir katmanını, sınırlı bir açısını, bir biçimini temsil ediyor. Firavun’un gücüne bulunduğu konumdan hizmet ediyor. İnsanlar kendi deneyim, okuma, görme biçimlerini, zevklerine göre yorumladıkları dünya bilgisini mutlak bilgi olarak görme ve gücün merkezine gösterme eğiliminde. Şair şiirinden, tarihçi tarih bilgisinden, tüccar ticaretten dem vuruyor. Hele modern zamanlar, bilginin “demokratikleştiği” bir anlamda herkesin bir şeyler bildiği ve kendine göre bir kamuoyuna sunabildiği imkanlarla dolu. Günümüzün düz ve geniş ovası sosyal medya kanallarımız, zaten her gün bir bayram havasında kalabalığında geçiyor. Firavun bu ilişkiden memnun, işin aslı sihirbazlar kendilerini bilgi sahibi sanıyor olmalarına rağmen Firavun çoktan onların geçtiği yollardan geçmiş ve o andaki bilginin sihirbazların fevkinde bir kısmına vakıf olmuş biri, sihirbazları; dijital analistleri koynunda uyutuyor, avcunun içinde oynatıyor.

Lakin Musa tüm bu kalabalık içinde bilgiyi kapsayıcı, panoramik, altı yönden (içinden dışından, altından üstünden ve sağından solundan) kısacası bir çok farklı metodolojiyi bir araya getirerek bütüncül bir şekilde kuşatarak elde etmeyi öğrenmiş biri ve böylece Firavun’un bilgisine meydan okuyor.

Bu gün de öyle. Hadiseyi mistikleştirmeden son derece tarihsel ve gerçek bir zeminde ifade edersek dünya sisteminin üzerinde durduğu bilginin hem üretim merkezlerini, metotlarını (üniversiteler, enstitüler, araştırma merkezleri, düşünce kuruluşları, vakıflar, dernekler vs.) hem aktarım vasatlarını ve biçimlerini (geleneksel, dijital medyalar, dergi, gazete, tv, sosyal medya kanalları) elinde tutan tüm bunların ekonomi politiğini (finansman, hibe, bağış, program, projeler vs.) kontrol eden güç merkezi/merkezleri aslında dünya siyasetine (bölgesel ve yerel düzeyler de olmak üzere) yön veriyor.

Tüm bu çoğulluk içinde gücün merkezine esaslı bir meydan okuma için gerçek bir güç mücadelesinin en önemli saç ayakları olarak üç unsur beliriyor. Kavram, kurum ve literatür üretimi. Bu üretimi yaparken de tarihsel, ekonomi politiği olan gerçek bir zeminde yol almak. Her türlü mistifikasyondan, sınırlı, kişisel, aceleci bilgiden imtina etmek.

Unutmamalı meydan boş değil. Öte yandan birilerinin kendi aralarında konuştuğu ve gizli tuttuğu gündemler var. Bunlar aslında sır değil. Giz dediğimiz metafizik bir şey değil, siz görmediğiniz için gizli. Sizin bakışınız mahdut olduğu için görünmüyor. Dikkatle yoğunlaşmadığınız için giz olarak kalıyor. Oysa üzerine parlak bir ışık tutulduğunda bütün gizler bilinir görünür olur. Lakin biz o kadar kendimizle meşgulüz ki günün sonunda fenerin tüm ışığını kendimize tutuyoruz, sadece kendimizi görüyoruz ve birilerinin ekmeğine yağ sürüp duruyoruz,  herşeyimizi daha onlar bakmadan ifşa ediyoruz, görünür kılıyoruz. Kısacası; kendimizi konuşmaktan diğer merkezlerin gündemlerinden, yapıp ettiklerinden yeterince haberdar olamıyoruz, fısıltıları duyamıyoruz. Gizler giz olarak kalıyor.

Siz kendi köşenizde kendi takipçi kitlenizle, aynı dili konuştuğunuz, aynı mahalleyi sokağı, mecrayı paylaştığınız insanlarla birbirinize beğeniler yağdırırken, sağırlar birbirini ağırlarken ya da aslında hiçbir farkınız olmayan bir kitle ile hınçla, hasetle dövüşüp dururken meydanın başka yerlerinde de birileri kendi mecralarında akmaya devam ediyor. Fizikte boşluk olmaz. Meydanın her yeri her an dopdolu. Siz görseniz de görmeseniz de, bakışınızın dışında bir yerlerde birileri de benzer bir üretime devam ediyor. Dolayısıyla bakışınız ne denli şümullü ise, her türlü darlıktan, taassuptan uzak, hertürlü cemaat, dar çevre ve ya şahıs menfaatinin üzerinde ise ne kadar yüksek bir tepeden o düz ve geniş ovaya bakıyorsanız o denli değerli bir bakışa sahipsiniz demektir. İşin aslı eğer uluslararası siyasete dair her hangi bir meseleyi konuşuyorsanız ele aldığınız konuyu bu genişlikte, yükseklikte, kapsayıcılıkta hasılı ciddiyette ele almanız şart.  

Derdimiz memleketimizi bir merkez kılmaksa özgün ve kapsayıcı olmaya mecbursunuz. Yoksa bizlere “evrensel” olarak sunulan kavram ve literatür aslında günün sonunda hiçbir yere götürmeyecek bir labirentin içinde varolan gücümüzü soğurup duracak. Üzerinde yaşadığımız toprakların ürettiği gücü dışarı taşırmadan, israf etmeden, ettirmeden elimizde tutacak, çoğaltacak ekonomik, kültürel, felsefi, politik kavramlara bu kavramlarla çizilmiş yol haritalarına ve bu kavramları dünyaya taşıyacak ciddiyette kurumlara ihtiyacımız var. Yol uzun ve meşakkatli. Lakin imkânsız değil. Bakışı geniş olan, kavrayışı derin olan, söylediklerinde ciddi tutarlı ve ikna edici olan, kavramlarını bulan, bunları dünyaya taşıyabilen hayatta kalacak.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YETERSİZ BAKİYE (ÖYKÜ)

Abi yetersiz bakiye diyor. Karşı taraf "ne diyor" diye sormuş olmalı telefonda. Yetersiz bakiye diyor abi. Sen ödedin değil mi geçen ayın borcunu. Abi ödedin de niye yetersiz diyor bu Allah aşkına. Sıradaki orta yaşlı hanım sabırsız. Bukleli saçlarına üfürüyor sıkıntıdan. Püf diyor. Bukle havalanıyor. Ablanın aceleden ziyade tahammülü yok gibi. Göz göze geliyorlar. Gözünü oyar adamın abla alimallah. Elinde kedi maması gözüne çarpıyor. Celal sırıtıyor en masum haliyle, abla kusura bakma hemen halledeceğim diyor. Celal'in rengi ruhsarı solmuş beti benzi atmış, alı al moru mor. Yer yarılsa içine girse. Dokunsan ağlayacak. Sinirden değil mahcubiyetten. İsmi Celal kendi pamuk. Kızdığını gören olmamıştır. Sinirleri alınmış mübarek. Hafif yanaklı, bembeyaz surat. Utanınca vücudunun bütün kanı yanaklara doluyor sanki. Bildiğin beş yaşında oğlan çocuğu. Oldu bitti utangaç Celal. Sosyal mobik mi fobik mi ondan işte. Komşunun kızı Yasemin öyle diyor. Yasemin fingirdeğin önde gideni...
Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Modern Dünya Sistemi’nin en önemli çevre unsurlarından biri olarak Latin Amerika’dan hakim kalkınma paradigmasına yönelik eleştiriler esaslı bir yekûn tutuyor. Şilili Manfred Max Neef’in, Meksikalı Gustava Esteva’nın, Kolombiyalı Arturo Escobar’ın ve makaleyi de kaleme alan Arjantinli Maristella Svampa’nın katkılarıyla ilerleyen bu eleştirel literatür hakkında bilgilendirici bir makale. Umarım faydalı olur.   Latin Amerikalı Kalkınma Eleştirileri Latin Amerika’da hakim kalkınma nosyonuna yönelik eleştirel yaklaşımlar Roma Kulübü’nün [1] 1972’de yayımladığı “Büyümenin Sınırları” raporuna kadar gider. Bu eleştiriler sürdürülebilir kalkınmadan emtia öncülerinin yayılmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede çağdaş bir içeriğe sahiptir. Latin Amerika düşüncesindeki üç kilit meseleyi şöyle sıralayabiliriz:   1.       Tüketim toplumu eleştirisi (70-80 ler) 2.       Post kalkınmacı eleştiriler (90’...
  Han'ı irfanla okumak... Byung Chul Han çağdaş bir düşünür, 1959 doğumlu. Güney Kore asıllı, metalürji okuduktan sonra Almanya’ya göç etmiş. Berlin Üniversitesi’nde Kültür teorisi, sanat, estetik dersleri veren bir profesör. Bugünlerde “Güzeli Kurtarmak” isimli hacim olarak ince ama derinliği olan kitabını lezzetli bir tercüme ile azar azar okuyorum. Han’ın kitabını Mustafa Tatcı hocamdan yıllardır şerhlerini dinlediğim Yunus Emre ve Niyazi Mısri’nin zihnimde biriken nutukları ile birlikte okuduğumu farkettim. Böylesi çağdaş düşünürleri tanıdıkça bizim irfani geleneğimizi dünya dillerine açmanın önemine bir kez daha ikna oluyorum. Öyle sanıyorum ki çağdaş filozoflar büyük bir emek çektikten sonra bizim irfani geleneğimizin ancak kıyılarına varabilecekler ve 21. Asır bu irfanın küresel kültüre daha çok mal olduğu, daha çok anlaşıldığı bir zaman dilimi olacak. Üzülerek söylüyorum ama bu kaynağa bir kez ulaştıklarında da bizim yakın tarihimizin mahalle kavgalarından, kendi tarihi ve...