Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
  Yavaşlık Akımı   İven [1] kişi yol alamaz maksudunu tez bulamaz Yoğ olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek (Mısri Niyazi Ks)   20 rekat teravihi 12 dakikada kıldıran rekortmen imamlara üzücü bir haberim var:  Dünya üzerinde Yavaşlık Akımı yükseliyor. Yemekten başlayıp, düşünmeye, okumaya, sanata, sinemaya, mimariye, ibadetlerimize ve dini hayatımıza, şehirlere, paraya, finansa, bilim ve teknolojiye kadar hayatın her alanında bize “bir dur, ne acelen var” diyen bir akım. Kapitalizmin ve endüstriyel toplumun hızı verimlilik ve etkinliğin temel göstergesi kabul eden kabullerine karşı bir itirazı dillendiriyor. Annemizin leziz yemeklerini lokmaları boğazımıza dizerek, peşimizde atlılar varmış gibi yemek, dakikada 500 kelime okuyarak en sevdiğimiz kitabı iki saatte bitirmek zorunda değiliz. Bu hayatı bu kadar koşturarak, daldan dala atlayarak, kendimizi yorarak, elimizin değdiği her şeyi tüketerek, çöp kutusuna göndererek yaşamak zorunda değiliz. Dokunduğum...
  Dalganın Kaderi Bazan bir ömür yetmez sevmeye sevilmeye. Dünya dönüyor bakın. Güneş doğuyor batıyor. Yıldızlar yerli yerinde. Rüzgar yine esiyor. Bozkır sararıyor yaz aylarında. Güzün yapraklar dökülüyor yine. Kuşlar yine ıslanıyor yağmurda. Köpekler bildiğiniz gibi, aç ve neşeli çöplerin kenarında. Çocuklar doğuyor, çocuklar ölüyor. Hastalar dertli sağlar dertli. Zengin yine zengin fakir yine fakir. Pazarlar kuruluyor. Düğünler oluyor. Halaya duruyor gençler yaşlılar. Kimi geçiyor gidiyor, kimi henüz başlıyor oynamaya. Nefes nefese. Kıran kırana bir geçiş. Ne anlamı var tüm bunların. Anlamı arayan damla. Damlanın ne anlamı olacak. Yok aslında bir yanıyla tozdan farkımız. Öte yandan büyüyüp yıldızlı bir çöl gecesi olabiliriz hepimiz. Ya da bir kumsal, dalgaları kucaklayan sabaha kadar arzuyla. Bir dalganın kumsala nasıl tutkuyla sarıldığına dikkat ettiniz mi hiç. Sahile vurduğu anda giydiği gelinliğe, arzuyla köpürmesine, içi içine sığmayıp nasıl kendinden taşıverdiğine. Her kavu...
  Pilates Topu (Öykü)   “Abi balon değil bu bildiğin kamyon lastiği.”   “Yok oğlum biliyorum ben bunları pilates topu bu bizim kaçık teyze kızında var bir oda dolusu her renginden.” Bu seferki kırmızıydı. Balkondan aşağı hışımla düştükten sonra önce nazlı nazlı zıplayarak, sonra kafası güzel adam yürüyüşüyle yalpalayarak ilerledi, yokuştan aşağı seke seke indi, marketin önünden geçerken iki yaşlı teyzenin şaşkın bakışları arasında en son parkın kapısına yakın çalılıkta yorulup bir köşede sızmış gibi durdu. Heybetli idi. Bir toptan fazlası idi. Bir kere gündüzün ortasında neon ışıkları gibi parlıyor etrafına tarifsiz bir neşe bırakıyordu. Parkın köpekleri hızla koşup yanına vardılar, önce biraz korkar gibi oldu bunlar adama dişi bir geçirirse bütün havasını söndürür alimallah. Neyse ki arkasından koşup gelen Sadi ile Reşat bu azgınların elinden kurtardılar garibi. İlerde balkondan kadının biri bağırıyordu, topum da topum diye. Reşat “abla korkma topun emin ellerde” d...
  Tao Dünya Görüşü; Balıkların Zamanında Yaşamak Haşim’in Müslüman saatleri yazmasının üzerinden tam bir asır geçti. 1921’de kaleme aldığı yazısında Haşim alaturka saatlerden alafranga saatlere geçişle birlikte yaşadığımız hislere, anlama ve değerlere dair köklü bir değişimden bahseder efkârla. “azîm bir canavar halinde bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan” bitmek bilmeyen 24 saatlik günlerden eskinin “ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay”   günlerine özlem duyar.   “Yeni ‘ölçü’ bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda zir ü zeber ederek geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni ‘gün’ vücuda getirdi”. diyerek yeni zamanların derdini, kahrını çekilmez bulur.   Avustronezyalı Tao’lar eski saatlerine sahip çıkan bir halk. Doğayla aynı kalp ritminde atan bir takvimleri var. Pasifik’te denizci bir kavim olan Tao’lar denizle, ormanlarla, uçan balıklarla, kumsal...
  Doğa Hakları Mahkemesi ya da “Kalkınma’dan Kurdun Kuşun Hakkı’nı Sormak”   “Kurdun Kuşun hakkı” derler büyüklerimiz; mahallenin kedisinin, köpeğinin hakkı, cevizin, kirazın hakkı, toprağın, denizin, ırmağın, esen yelin, havanın, yerlerin ve göklerin hakkı. Klasik medeni hukuk paradigması hukukun öznesi olarak kişiliği 18 yaşını doldurmuş dönemin akıl anlayışına göre akil kabul edilen insanoğlu ile sınırlıyor. Buna da şükür. Kadim Yunan’dan modern zamanlara vatandaşlık için yani hukuk önünde özne olabilmek için öngörülen sınırlar yakın zamana kadar etnik kimlikten, renkten, cinsiyetten, mülkiyetten geçiyordu. 21. Yüzyıl hak kavramı ulus devletin, ulusal vatandaşlığın sınırlarını aşarak genişletecek bir zaman gibi duruyor. Atıklarla zehirlenen nehirler, denizler, tahrip olan ormanlar, yok olan türler, kaybolan halklar, diller, kültürler de artık haklarını arayacağı bir hukuk ve önünde adalet isteyeceği bir mahkeme talep ediyor. Eskilerin tabiri ile mahkeme-i kübra yeryüzün...
  Kuzeyi Kalkındırmamak. Kuzey ve güney kavramları kalkınma literatüründe birer yön olmaktan öte küresel kapitalizmin çizdiği hatlar üzerinden şekillenen bir kategorizasyonu anlatır. Kalkınmış Kuzey, Geri Kalmış Güney ve Kalkınmakta olan diğerleri. Son yıllarda kalkınma literatüründe eskinin güneyinde olup şimdilerde kuzeyin metropolleri ile aşık atan ülkelerin zuhuru ile birlikte aşınarak da olsa hala farklı biçimlerde kendine yer bulabilmektedir. Kalkınmamakta Olan Kuzey yaklaşımının bu hatların gölgede bıraktığı alanlara yönelmesinden dolayı değerli bulduğumu söylemeliyim. Ekofenimizm ve agroekoloji gibi post kalkınmacı yaklaşımların çevre ve tarım sorunları gibi alanlara değerli katkılar sunarken büyük resim içinde küçük oyuklar açtıklarını lakin sistemin yapısal sorunlarına dair çok az şey söylediklerini ve böylelikle de onun devamına farkında olmadan katkı sunduklarını düşünebiliriz. Kuzeyi kuzey yapan yapısal ilişkiler çözümlenmeden Güney de hep güney olarak kalacak önerme...
  UBUNTU “Ben ancak Biz olduğumuz zaman Ben olurum”. Antropoloğun biri bir gün Afrikalı çocuklar arasında gözlem amaçlı bir yarışma uydurur. Karşıda duran dalları meyve dolu ağaca kim önce varırsa ağacın meyvelerini de o yiyecektir. Adamın aklının ucundan geçmeyen bir şey olur, çocuklar el ele tutuşur birlikte koşarak ağaca aynı anda varır meyveleri de hep birlikte afiyetle yerler. Antropoloğun ağzı bir karış açık kalır olanlara hiçbir anlam veremez. Zira bu duruma dair kalın antropoloji kitaplarından aklında kalan pek bir şey yoktur. Çocuklara neden böyle yaptınız diye sorunca Ubuntu yaptık derler. Rekabet etmedik, yarışmadık, kısa olanın, bacakları güçsüz olanın, hasılı “altta kalanın canı çıkmadı”, “biri yerken diğeri bakmadı bu yüzden de kıyamet kopmadı” demektir bu. “El ele el hakka” demektir Türkçesiyle. Mutluluk tek başına elde edilemez, biri yaralıyken, üzgünken sen mutlu olamazsın. Bazan kazanmak yetmez insan tatmin için daha fazlasına ihtiyaç duyar. “Komşusu açken tok y...
 Kalkınmayı Kuş Gönüllü Bir Halk "Tuvalar"dan Öğrenmek; Hurai İnancı  Çevreci bilinç önce zihinsel bir inşa, derinlik ve bütünlüklü bir bakış açısını gerektiriyor. Anadolu irfanında büyükler “ağacı ağaç, kuşu kuş, kurdu kurt olarak gördüğün sürece eğitime ihtiyacın var evladım” derlermiş genç öğrencilere. Dünyanın önemli bir kısmı din, mezhep, milliyet, cinsiyet, sınıf fark etmeksizin aynı hakim kozmoloji içinde yaşıyor. Ve ne yazık ki ağacı sadece ağaç, kurdu kurt ve kuşu kuş olarak gördüğü için tüm doğal ve insani kaynaklara sonu gelmez bir iştahla yöneliyor.   Kadim bir Türk halkı olan Tuva’lar ağacı ağaç, kurdu kurt, mantarı mantar olarak görmüyor. Sayıları artık binlerle ifade edilen bu halk insanı evrenin merkezine bir efendi olarak yerleştirmiyor, mutluluğu, esenliği ve dolayısıyla kalkınmayı kendi geleneksel Hurai inançlarından hareketle anlıyorlar. Tuva halkının yerel anlayışında çizgisel bir gelişme fikrine karşılık gelecek bir kavram bulunmaz. Hurai iyi yaşam...
  TÜZÜK (ÖYKÜ) Ser-mâyemüz bir cânıdı anı dahı aldı bu ‘ışk Ne ser-mâye var ne dükkân bâzâra neye varayın Kurulmış dükkân u bâzâr dost içine girmiş gezer Günâhum çok gönlüm sizer ben dosta çok yalvarayın “Kampanya yok mu kampanya yağlarda” diye neşeyle gürleyerek markete girdi. Ellerini belinin azıcık altında tam poposunun üzerinde zorlukla kavuşturmuştu, yine de her zamanki gibi kuyruğu dik tutuyordu. Oklava yutmuş gibi bir yürüyüşle etrafı denetleyen bakışlarla kolaçan etti. Saçlar alından tepeye doğru iyice seyrelmiş kalanları da muntazam çizgiler halinde ıslatılarak taranmıştı. Altın sarısı iri gözlüklerin çerçevesi Özal dönemi bürokratlarını hatırlatıyordu, keskin olmayan hatlarla kıvrılan dört köşeli gözlükler sadece daha iyi görmeye yaramıyordu aynı zamanda bir otorite ve üslup aksesuarıydı. Mesela üzerinden dik dik baktığında bakılan yere komut veren, ortamdaki dikkati bakışların hattı üzerinde toplayan, laubali dağınıklığı taş gibi sert yek pare bir ciddiyete dönüştür...